Posts Tagged ‘Baki’

9
Eki

“Bir Hoş Sadâ” : Bâkî Şiirinde Seyahat

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Osmanlı’da yetişen büyük şâirlerin başında “Sultânü’ş-Şu’arâ” (Şâirler Sultanı) unvanlı Bâkî (vefatı h.1008/ m.1600) gelir. Asıl ismi Mahmud Abdülbâkî olan Bâkî Efendi, şiirlerinde İstanbul Türkçesi’ni engin tadıyla kullanmanın yanında bir medeniyetin ihtişamlı sesini mısra‘larına nakşetmiştir. Bir şâheser olan Bâkî Dîvânı’nda kasideler de gazeller de türünün zirve örnekleri mâhiyetindedir. Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın -rahmetullahi aleyh- vefatı üzerine yazdığı mersiye de edebiyatımızda bu türde yazılan en iyi şiir olsa gerek.

Dilerseniz, Şâirler Sultânı Bâkî’nin şiir ikliminde bir kaç beyitlik bir seyahate çıkalım:

Ezelden şâh-ı aşkın bende-i fermânıyız cânâ
Mahabbet mülkinün sultân-ı ‘âlî-şânıyuz cânâ
(…)
Zamâne bizde gevher sezdügiçün dil-hırâş eyler
Anun’çün bagrumuz hûndur ma’ârif kânıyuz cânâ

“Ey can (sevgili)! Biz ezelden beri aşk şâhının fermânının kölesiyiz; sevgi ülkesinin yüce şanlı sultânıyız. Zamâne bizde cevher sezdiği için gönlümüzü hırpalar; onun için bağrımız kandır, biz ma’rifet kaynağıyız.”

Bu mısra‘lar kölelikle sultanlığı birleştiren ma’rifet cevherine sahip bir gönlün engin âleminin vasf edildiği sözleri taşır. Bâkî’nin bir başka gazeli de şu mısralarla başlar:

Yârdan cevr ü cefâ lutf u kerem gibi gelür
Gayrdan mihr ü vefâ derd ü elem gibi gelür

“Sevgiliden (gelen) sıkıntı ve eziyet, lütuf ve cömertlik gibi gelir. Başkasından (gelen) sevgi ve vefâ, dert ve elem gibi gelir.”

Her ne kadar, yer yer elemin yoğunlaştığı mısra‘larına şâhid olsak da Bâkî’nin şiiri, Fuzûlî’ninki gibi derin ızdırablarla örülmüş bir şiir değildir. Onun şiirinden safâ bulmak, hoşça bir tad alarak şenlenmek çoğu zaman mümkün olur:

Nükte-i mihr ü mahabbetdür ser-â-ser Bâkıyâ
Bulmaya aşk ehli eglence eş’ârun gibi

“Ey Bâkî! (Şiirin) Baştan başa sevgi ve muhabbet nüktesidir; (bu yüzden) aşk ehli şiirlerin gibi (bir) eğlence bulmaya!”

Yerinde durmayan, kararı olmayan bu dünya işleri, şair için, sevinmeye ve üzülmeye değmez:

Devlet-i dünyâ içün hergiz ne gam-gîn ol ne şâd
Ber-karâr olmaz bilürsin hâl-i âlem ey gönül

“Dünyâ saadeti için ne gam çek ne de sevin! Ey gönül, bilirsin âlemin hâli kararında olmaz (yerinde durmaz).”

Gül ile bülbül şiirimizde sevilen ve seveni temsil etmesi bakımından çokça işlenmiştir ve en zarîf işlendiği beyitlerden biri de Bâkî’nin şu mısrâlarıdır:

Gül gülse dâim ağlasa bülbül ‘aceb degül
Zîrâ kimine ağla demişler âlemde kimine gül

           Bâkî’nin güzel beytlerinden belki kitaplarca bahs açılabilir ve her beytte ayrı bir tad yakalanabilir. Bu yazıda sadece o şiir ummânından bir kaç damlayı eksik ifadelerimizle sunmaya çalıştık. Bâkî, neredeyse atasözü hâline gelmiş mısrâında ifade ettiği gibi “kubbede bir hoş sadâ” bıraktı. Allah rahmet eylesin!

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

“Sesini bu aleme Hazreti Dâvûd aleyhisselâm gibi sal. Bu kubbede bâkî kalan bir hoş sadâ imiş.”

Kaynaklar:
Bâkî Dîvânı, Hazırlayan: Dr. Sabahattin Küçük, TDK Yayınları , Ankara 1994
Sabahattin Küçük, Bâkî ve Dîvân’ından Seçmeler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.


 

Yazının ilk yayım yeri: “Biga Doğuş BİGA”, Ağustos 2014.

Fahri KAPLAN

fkaplan@lafistan.com

Tags: , , ,

29
Tem

“Hoş Sadâ” İster isen “Berü Gel”

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Bir söz sultanının sevgiliye yalvarışını dile getiren zarif bir beyt… Bâkî’ye âit ve şöyle:

Nâz ile ‘âşıka kılmazsın dâd
Hey elâ gözlüm elüñden feryâd

Şâir der ki: “Naz ederek aşığa yardımda bulunmazsın. Hey, elâ gözlüm, elinden feryâd!…”

Sevgilinin naz edişi, âşığa yardım edişine engel olmakta ve zavallı muzdarib âşık da bu acıyla feryâd etmekte…
Şâir de bunu basit görünen ama ustaca bir üslûpla ifade etmekte.
Zaten şiirin son beytinde aşk fenninde üstâd olduğunu, bu yüzden de onun şiirine benzer şiir olmayacağını belirtmekte:

Şi’r-i Bâkîye nazîr olmaz hiç
Fenn-i ‘aşk içre olupdur üstâd

Bilemedim ki ne diyelim! En iyisi sözü yine şâire bırakalım.

Bu ‘arsada Bâkî nice üstâda yitişdi
‘Âlemde bu gün aña bir üstâd yitişmez

Varsa yetişen berü gelsün:

Gitdi hecr irdi dem-i vasl u telâkî berü gel
Olalum bezm-i mahabbetde mülâkî berü gel

Umaruz himmet-i merdân-ı tarîkat yitişe
Nâ-gehân bir gün efendüm diye Bâkî berü gel

Hoş geliyor, safâ veriyor şâir, sözün!

‘Aşk ehline şol câmı sunar sâki-i la’lüñ
Kim ‘akla cilâ kalbe safâ rûha gıdâdur

Gördün ya ben pek az kelâm ettim, yazıya lezzet ve revnâk veren hep senin beyitlerin oldu. Hoş sadâ gökkubbede işte böyle yankılanıyor:

Âvâzeyi bu ‘âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

 


Beyitlerin alındığı kaynak: Bâkî Dîvânı, Hazırlayan Dr. Sabahattin KÜÇÜK, Kültür Bakanlığı e-kitap

Bâkî Dîvânı’nın Kültür Bakanlığı sitesinde ücretsiz yayımlanan e-kitabına ulaşmak için link: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/TR,78361/baki-divani.html

Sitede pek çok divan, mesnevî ve tazkireye de e-kitap hâlinde ücretsiz ulaşabilirsiniz. Bu hizmeti sağlayanlara teşekkür ediyorum.

 

Fahri Kaplan

Tags: ,

       Osmanlı padişahlarının onuncusu, Devlet-i Âlî’nin ihtişamlı devrinin hükümdârı Kânûnî Sultan Süleyman Han -aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufran- pek bilinen bir şiirinde şöyle der:

“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”

        Bugünün lisânıyla şöyle demek olur: “Halk içinde devlet gibi itibarlı bir nesne yok. (Halbuki) cihanda bir nefes sıhhat gibi devlet olmaz.” Devlet kelimesi bugün daha ziyade kullandığımız ülkede düzen ve yönetimi sağlayan yapı olduğu gibi “baht, saadet, mutluluk” mânâlarına da gelir. Dolayısıyla cihan develtinin başındaki padişah: “Dünyada bir nefes sıhhat gibi mutluluk da olmaz, devlet de” demektedir. Her bakımdan hikmetli ve mânidâr olan bu sözün bir padişah tarafından söylenmiş olması onu daha da mânâ yüklü hâle getiriyor.

          Devrinde ihtişamıyla göz dolduran, pek çok yer fetheden Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın şu sözü söylediği rivayet edilir: “Bunca yıllık saltanatımda iki şeyle övünürüm. Biri Sinan gibi bir mi’mâra sahip olmak, diğeri de Bâkî gibi bir şâiri bulup çıkartmaklığımdır.” Dikkat buyurunuz, padişah, onca yer fethetmekle, ülkenin sınırlarını genişletmek, refah seviyesini yükseltmekle, “her yaneden ayağına altun akup gelmesiyle”* değil, kendi döneminde eser veren Sinan gibi bir mimar, Bâkî gibi bir şairle övünüyor. Bugün o fethedilen yerlerin pek çoğu elimizden çıkmış olsa da Sinan’ın mimarlığını yaptığı Süleymaniye, Selimiye camileri ve pek çok yapılar; Bâkî’nin mısraları bize o dönemin “kubbede bıraktığı hoş sadâyı”** duyuruyor da ecdâdı hayırla yâd ettiriyorsa Kanûnî’nin bu sözü söylemekle ne kadar firasetli davrandığı daha iyi ortaya çıkmış oluyor.

          Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın yukarıda ilk beytini (matla beyti) verdiğimiz şiiri beş beyitten oluşuyor. Bâkî, bu şiirin her beytinin başına vezne ve kafiyeye uygun üç mısra ekleyerek şiiri tahmis etmiştir. “Beşleme” de diyebileceğimiz “tahmis”, divan şiirinde bir türdür ve bir şairin başka bir şairin bir gazelinin her beytine yukarıda bahsettiğimiz şekilde ekleme yapmasıyla yazılır. İşte şairler sultanı  Bâkî de, Sultan’ın şiirini, yukarıda ilk beyti verilen şiiri, tahmis eylemiştir. Dilerseniz şiirin ilk bendini, Bâkî’nin tahmisiyle okuyalım:

“Câme-i sıhhat Hudâ’dan halka bir hıl’at gibi
Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisvet gibi
Var iken baht u saadet, kuvvet u kudret gibi
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”

        “Sıhhat gömleği Allah’tan halka (lutfedilmiş) bir kaftan gibidir. (Dolayısıyla) Cisim (beden) için  o giysi gibi övünülecek bir elbise olmaz. Baht ve saadet, kuvvet ve kudret gibi şeyler var iken halk arasında devlet gibi itibarlı bir nesne yok. (Halbuki) cihanda bir nefes sıhhat gibi devlet olmaz.”

        Bir de üçüncü bendi okuyalım (yine ilk üç mısra Bâkî’ye son iki mısra Kanûnî Sultan Süleyman’a ait.)   :

“Tâat-i Hak mûnis-i bezm-i bekâdur âkıbet
Sıhhat-i cân u beden senden cüdâdur âkıbet
Bâd-ı sarsardur fenâ ‘âlem hebâdur âkıbet
Ko bu ayş u işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-i bâkî ister isen olmaya taat gibi”

      “Hakk’a ibâdet, ebediyet meclisinde can dostudur. Canın ve bedenin sıhhati sonunda senden ayrılacaktır. Fânîlik şiddetli bir rüzgâr olup âlem eninde sonunda hebâ olacaktır. Bu yiyip ve içmeyi bırak çünki akıbet fenâdır/fâniliktir. Ebedî Yar ister isen ibadet gibi (seni O’na ulaştıracak) olmaz.”

          Allah, Kanunî Sultan Süleyman Han’a ve şairler sultanı Bâkî Efendi’ye rahmet eylesin.


         Ek bilgi: Bu yazı, Biga Doğuş Zirve Gazetesi yazılarındandır. “OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ” başlığıya, Şubat 2014.


* Bâkî’nin “hazan gazeli” olarak bilinen şiirinin bir beyti şöyledir: “Her yanadan ayağına altun akıp gelür/ Eşcâr-ı bağ himmet umar cûybârdan”
** Bugün atasözü gibi kullanılan “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” mısraı da şâir Bâkî’ye aittir.
Kaynaklar:
-Bâkî Divânı, Tenkitli Basım, Hazırlayan: Dr. Sabahattin KÜÇÜK, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2011.
-Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Prof. Dr. İsmail Parlatır, Yargı Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 2011.
                                                                                                                                                       Fahri KAPLAN

Tags: , , , ,

Onuncu (hicrî) asır (milâdî onaltıncı asır)…  Osmanlı klasik şiirinin zirve asrı… Zirve asırda zirve şair: Mahmud Abdülbâkî Efendi, yani Bâkî…

Fetihten sonra İstanbul’un şiir ufkuna baktığımızda Ahmed Paşa’yı görürüz, sonrasında Necâtî Beg’i. Ve elbette pîr şâir Zâtî’yi. Hayâlî Bey ve Taşlıcalı Yahya Bey’i. Sonra, sonra bu kadar üstâdı gölgede bırakan bir şairi:

Bu arsada Bâkî nice üstâda yitişdi

Âlemde bugün ana bir üstâd yitişmez

Öyle bir üstâd ki üç asır boyunca bir medeniyet rüyasının yolunda ilerleyen gazel tarzının kemâl noktasında tecelli ettiği şiirleri kaleme almış şairler sultanı:

Meddâh olalı çeşm-i gazâlânene Bâkî
Öğrendi gazel tarzını Rûmun şuarâsı

(Ey sevgili!) Bakî senin ceylan gözlerinin övücüsü olalı beri Osmanlı ülkesinin şairleri gazel tarzını öğrendiler.

Böyle bir şairin şiirine elbet şiirden haz alan şiir erbâbı, saflık peşindeki safâ ehli teveccüh edecektir, bunda şaşılacak bir hâl olmaz:

N’ola meyl itseler eş’ârına erbâb-ı safâ

Bâkıyâ şiir değildir bu bir akar sudur

Bir akarsudur ki Bâkî’nin şiiri, asırlardır şiir deryasının dalgıçlarına birbirinden güzel sadefler sunmada, inciler mercanlar buldurmada. Böyle bir şiir cevheri pek az şaire nasib olur:

Çog olmaz bu tarza gazel Bâkıyâ

Güzel söz güherdür güher az olur

Aziz üstâd, güzel şâir, tab’ı mevzûn, sözü şirîn, edâsı hûb şairler sultanı… Rabbim ruhuna rahmet eylesin. Bezm-i ezelde mülâkî olma recası ile…

_______
Beyitlerin alındığı kaynak: Bâkî Divânı, Tenkitli Basım, Hazırlayan Dr. Sabahattin Küçük,Türk Dil Kurumu Yayınları

 

Fahri Kaplan

Tags: , , ,

9
Şub

Pervâne Misâli

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Kadim devir şiirlerinden sana bir demet sunmak isterdim; daha doğrusu o şiirleri demet demet sunmak isterdim! Gel de o güzel şiirler içinden hiç değilse bir beyit olsun okuyalım. Şöyle, sultanlara lâyık olsun; şairler sultanı Bâkî’den olsun:

Pervâne gibi şu’le-i şevkunle yanmadın

Âşık mahabbet adın anar mı utanmadın

(Pervâne gibi şevkinin aleviyle yanmadan, aşık utanmadan muhabbetin [sevginin] adını anar mı?)

Pervâne; mumun etrafında dönen dolaşan, yanan kavrulan kelebek. Muma olan aşkı şairlerin şiirine destan olmuş. Şair: “Muhabbetten, sevgiden bahsedecek olana öncelikle pervane gibi maşuğun ışığının alevinde yanmak gerek. Daha doğrusu âşık, öyle bir yanışla yanmadan bunlardan bahsetmeyi ar sayar.” demekte. Ey gönlünü aşk ile bezemiş gönül medeniyetinin müstesna insanları! O “şule-i şevk”e uzak düşsek de ondan küçük yansımalar bile şebçerağ beklediğimiz şu demlerde ufkumuzu aydınlatmada. Ruhunuz şâd, ukbânız da gönlünüzdeki güzel çiçeklerle  âbâd olsun!

Tags: , , ,

18
Oca

Söz Mücevherdir

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

 

   “Ol!” demese olur muydu? Demek ki önce söz yaratıldı. Demek ki söz olmasa öz de olmazdı. O zaman özüne, özünden önce de sözüne dön ey insanoğlu!

   ***

    Bizim Yunus diyor ki:

   “Söz ola kese savaşı

    Söz ola kestire başı”

    İşte şiir bu! İzahı satırlar sürecek bir meseleyi iki mısrada halletmek. Büyüksün ey şair!.. ve şiir senden de büyük.

*** 

    Etrafınızı bir yoklayın. Şiiri boş uğraş gören, şairi soytarı zanneden zevatın hiç de az olmadığını görürsünüz. Böylelerine şiiri anlatmak için beyhude uğraşmayın. Sadece Sultanü’ş-şuarâ Bâkî’nin şu manidar mısraını hatırlayın kâfî:

    “Söz güherdir ne bilür kadrini nâdân güherin.”

                                        —

                             Fahri Kaplan

Tags: , , ,

17
Ağu

Kaybettiğim Hazineyi Arıyorum

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Ey ay yüzlü, servi boylu, hilâl kaşlı, âteşîn bakışlı, gönüller yakışlı, serv-i revân, kaşı kemân, gamzesi kalpleri yakan dilber! Nerdeysen gel de cemâlini bize göster! Sen gideli beri bu topraklardan, biz sahte güzellere tav olduk. Güzellik anlayışımız süflî derecelere indi. Aşk deyince şehveti anlar olduk. Hayâllerimizde yaşayan güzeldin sen. Sana en şûh gözle bakan Nedîm bile senin güzelliğinin bambaşka buudlarda olduğunu haykırıyordu şu sözlerle:

” Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm

Bir perî-sûret görünmüş bir hâyâl olmuş sana.”

Ah Nedim’im! Hayâli de öldürdüler artık. Yetmişbeş sene evvel aramızdan ayrılan büyük şâirimiz Ahmet Hâşim “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.” demişti melâli kaybetmemiz karşısında. Melâlden sonra hayâli de anlamaz olduk artık. Zaten melâl ve hayâl birbirinden ayrılmaz kardeş değil mi?

Başka bir şiir üstâdı Yahya Kemal de: “İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.” diyordu. Biz hayâli kaybettiysek nasıl yaşıyoruz? Öyle değil, “Yaşıyor muyuz” diye sormak lâzım. Duymayan, hissetmeyen, tatmayan ne bilsin sizi ey aşk medeniyetinin, gönül medeniyetinin muhterem ve mübârek bânîleri. Ey Yunus’um asırlar ötesinden ne kadar mânidâr geliyor sesin:

“Bilmeyen ne bilsin bizi

Bilenlere selâm olsun.”

Nasıl mı bileceğiz? Ne zaman aşkı yeniden bulursak o zaman yetişeceğiz o menzile. Yoksa dünyâ ilmi bir yerden sonra yarıda bırakacak bizi. Menzile ise ağyârın önünde âşıklar yetişecek.

“Ser-menzile uşşâk erişir cümleden evvel

Ol mertebeye sa’y ile zühhâd yetişmez.” (Bâkî)

Ruhun şâd olsun şâirler sultanı (sultanü’ş-şuarâ) Bâkî!

Son sözü de büyük üstâd Fuzûli söylesin. Tâ ki kırık – dökük ve kaybetmenin, ayrılığın ızdırabıyla dağılıp perişân olmuş ifâdelerim böyle söz sultanları sayesinde bir değer bulabilsin:

“İlm kesbiyle pâye-i rif’at

Arzû-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde

İlm bir kîl ü kâl imiş ancak.”

Fahri Kaplan

Tags: , , , ,

5
Nis

Bâkî: Muhteşem Devrin Muhteşem Şâiri

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

  16. asır… Devlet-i Âlî’nin en ihtişamlı dönemi. Tüm dünyaya “Muhteşem Süleyman” namıyla ihtişam salmış bir Kanun Koyucu’nun yönettiği en az pâdişâhı kadar muhteşem bir devlet. Şâir bir millet, devletinin böyle ihtişamlı devrinde elbette muhteşem bir şâir çıkaracaktır. Sultânü’ş-şuarâ Bâkî, Türk- İslâm tarihinin en güçlü devrine devri kadar güçlü bir sesle eşlik etmiştir. Osmanlı Türlçesi’ni öyle temiz bir üslûp, öyle Dâvûdî bir sesle kullanmıştır ki onun bu mükemmeliyetini Türkiye Türkçesi’nde sadece Yahya Kemal’de gördüğümüzü söyleyebiliriz. Çoğu kimseler onu bir zevk ve safâ şâiri olarak görse de bence Bâkî herşeyden önce bir ihtişâm şâiridir. Devrinin ihtişamlı sesinin şâiri. Bu yüzden iddialı beyitler, gururlu söyleyişler başkalarında birer nâkısa gibi dursa da Bâkî’ye çok yakışır. Çünkü o dünyanın bir numaralı devletinde “Şâirlerin Sultanı” ünvanını almış bir şâirdir. Elbette bu konumda bulunan bir sanatkâr, devletinin ve şiirinin ihtişâmını mısralarına dökecekti. İşte her okuduğumda “ne güzel, ne doğru söyledin!” dediğim o ihtişamlı beyitlerden bazıları:

“Bu arsada Bâkî nice üstâda yetişdi

  Âlemde bugün ona bir üstâd yetişmez”

***

“Minnet Hüdâ’ya devlet-i dünyâ fena bulur

Bâkî kalır sâhife-i âlemde adımız”

***

“Âvâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.”

***

Meddah olalı çeşm-i gazalânına Bâkî

Öğrendi gazel tarzını Rûm’un şuarâsı

***

“Cihân-ı câm-ı nazmım şi’r-i Bâkî gibi devreyler

Bu bezmin şimdi biz de Câmî-i devrânıyız cânâ”

                                    (Bâkî)

Fahri Kaplan 

Tags: ,