Archive for the ‘Tarih’ Category

canakkle_caberk_kopek

       Çanakkale’de 17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey, askerleriyle birlikte ilerliyordu.. Ve bu vaziyette Kilitbahir köyünün ortasındaki meydan çeşmesine kadar geldiler.. Çeşmenin önündeki Hasan Beyin dikkatini birşey çekmişti.. Üzeri yara bere içerisinde ve tüyleri dökülmüş bir köpek su içmek için çeşmeye yanaşmaya çalışıyor, onun bu perişan halini görenler taş atarak köpeği çeşmeden kovuyorlardı..

Hasan Bey bu duruma çok üzüldü, atından indi köpeğin üzerindeki yaralara aldırmadan onu kucağına aldı ve çeşmenin yanına götürdü.. Hayvana su içirdi, yaralarını temizledi. Ardından karnını doyurdu ve köpeği alarak yoluna devam etti. O günden sonra köpeği yanından ayırmadı Hasan Bey! Adını da Canberk koymuştu. Canberk kısa zamanda tüm Mehmetçiklerin dostu olmuştu. Türk askerleriyle siperden sipere atlıyor!.. Tüyleri yeniden çıkmış, yaraları ise tamamen iyileşmişti. Askerler soruyorlardı Hasan Bey’e; “Komutanım, bu köpeğe neden bu kadar alaka gösteriyorsunuz?”

El cevap; “Yüce Allah’ın Kıyamette bu köpeğe neden merhamet etmedin, demesinden korkuyorum!” İşte Hasan Bey böylesine imami kamil biriydi.

Bölgedeki savaş olanca şiddetiyle sürüyordu. Yine siper savaşlarının birinde tarih 11 Temmuz’u gösteriyordu ve bizim Mehmetler, Fransızları püskürtmüşlerdi! Savaş alanı Fransız askerlerinin cesetleriyle doluydu.. Ama biz de zayiat vermiştik.. Mehmetçiklerimiz bir yandan ölen arkadaşlarının defin işleriyle uğraşıyor, diğer yandan ise yaralılara yardım ediyorlardı. Hasan Yarbay’da olayın tam ortasında askerledine direktifler veriyordu. O sırada bir Fransız askerinin yerde kıpırdadığını gördü! Askerin yaralı olduğunu düşündü. Yardım etmek için Fransız askerin üzerine eğildi ki, ölü taklidi yapan asker, sakladığı hançeri Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Hasan Bey bir anda sarsıldı ve yere yığıldı. Yarasından oluk gibi kan akıyordu. Herşey aniden olup bitmişti. Yanına koşup gelen askerlerine fısıltı halinde şu sözleri söyledi; “Allah şahidimdir ki, bu Fransız’a iyilik etmek için yaklaştım!”

O an uzaklardan acı bir havlama sesi duyuldu. Canberk olanca hızıyla koşup koşup geldi ve velinimetinin yanına çöktü. Sahibinin ellerini yalıyor, adeta kalkması için yalvarıyordu…

Yarbay Hasan Bey’in gözleri buğulanmış, çehresi solmaya başlamıştı.. Birden, silkinir gibi oldu ve yanındakilere; “beni ayağa kaldırınız” dedi. Askerleri onu yavaşça ayağa kaldırdılar. Üstü başı kan içinde olan ve son anlarını yaşayan Yarbay Hasan Bey; “Lâ ilâhe İllallah Muhammedün Rasulallah” dedi. Yüzünde derin bir tebessüm oluşmuştu…

Ve ardından saygılı bir biçimde sözlerine devam etti. “NİYE ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULALLAH” ve olduğu yere yığılarak ruhunu teslım etmiştir.

Bunun gören mehmetçıkler yarbayın ustune Türk bayrağını orterler.Köpeği Canberk de bayragın altına yarbay Hasan’nın ayak ucuna yatar ve bı sure sonra askerler Yarbay Hasan’ı defnetmek için gelirler bayrağı kaldırdıklarında kopegi Canberk’i kaldırmak ısterler ama bır turlu bunu basaramazlar aradan bıraz zaman gectıkten sonra Canberk de ölecektir.

Yarbay Hasan’ defnettıkten sonra köpeği Canberk’i de ayak ucuna defnederler.

Kaynak:http: www.haytap.org
16
Ara

OSMANLI’DA İLGİNÇ BİR VERGİ

   Yazar: Okan Taştepe

      Osmanlı’da ”arusiye” denilen düğün ve gerdek vergisi vardı.Vergiyi kadılar tahsil ederdi.Ödemeyen de gerdeğe giremezdi.Zenginden bir altın,fakirden on iki akçe,orta halliden ikisinin ortası bir ödeme alınırdı.Toprak sahibinin de arazisinde yaşayanların evlenmesi halinde vergi alma hakkı vardı.Verginin miktarı gelinin bakire olup olmamasına göre değişirdi:Bakire için 60, dul kadın için 30 akçeydi.Gayrimüslimler bu miktarların yarısını verirlerdi.Göçebeler vergilerini para ile değil,koyunla öderler ve ödeme yapmadan gerdeğe giremezlerdi.

 

28
Kas

ÇANAKKALE:”Bir Devrin Battığı Yer-2”

   Yazar: Okan Taştepe

Çanakkale Savaşı’nı diğer savaşlardan ayıran en önemli sebep;tam da vatanın son serhaddi olmasıdır.Ç.Kale’den sonrası İstanbul yani devletin tam kalbi demektir.Bu yüzdendir ki vatanın her yerinden binlerce ”Mehmetçik” Çanakkale’yi canla başla savunmuştur.
Yazımın başlığında da söylediğim gibi gerçekten de bir devrin battığı yerdir Çanakkale.Dönemin eğitimli kesimininde katıldığı bu savaşta vatanın geleceği de çok önemli kayıplar vermiştir.
Bu dönemde çok sayıda lise ve üniversite öğrencisinin vatanın farklı yerlerinden gelerek Çanakkale’de savaştığı bilin- mektedir.Örneğin Galatasaray Sultanisi,Kayseri,Sivas,Konya liseleri,Tıbbiye gibi bir sürü eğitim kurumundan binlerce öğ- rencinin katıldığı bilinmektedir.Hele hele savaşı takip yıllarda bazı okulların mezun dahi veremedikleri çeşitli kaynak- larda yazmaktadır.
Sonuç olarak Çanakkale’de vatanımızı savunurken çok şeyler verdik.Eğitimli-eğitimsiz binlerce vatan evladını kaybettik ama Çanakkale Savaşları uyuyan bir devi uyandırmıştır.Çanakkale’de kazanılan zafer Milli Mücadelenin fitilini ateşlemiştir.
Tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhları şad olsun.

17
Eyl

ÇANAKKALE: “Bir Devrin Battığı Yer” -1

   Yazar: Okan Taştepe

DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!…

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!…

NECMETTİN HALİL ONAN

  Yıl 2014. “Çanakkale Destanı”nın üzerinden tam 99 yıl geçmiş. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen unutulmamış bir zafer ve bu millet var olduğu müddetçe unutulmayacak bir zafer.
                                         

Yıl 1915. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’yi  savunmaya gelen yüz binlerce “Mehmetçik”… Balkanlar’dan,Bağdat’tan,Filistin’den,Şam’dan,Batum’dan ve Anadolu’nun her köşesinden koşup     gelen vatan evlatları… Amaçları bir; düşmanın Çanakkale’yi geçmesini engellemek. Biliyorlar ki, Çanakkale düşerse İstanbul düşer. İstanbul düşerse Anadolu düşer. Anadolu’nun düşmesi demek ise Ortadoğu’nun yani İslam Dünyası’nın düşmesi demektir. (Yazı devam edecektir.)

10
Eyl

Açe

   Yazar: Okan Taştepe

 

      Açe, Endonezya‘da özel bir bölge. Sumatra adasının kuzey ucunda bulunur.

 

Açe bir sultanlık olarak 1514‘te kurulmuştur. Açe’yi sömürgeleştirmeye çalışan ve Sumatra‘yı işgal amacında olan ilk Batılı güç Portekizlilerdir. Portekizlilerin baskıları sonucu Açeliler 1565‘te İstanbul‘a bir heyet göndererek Osmanlı Devleti’nden yardım istemişlerdir. Saldırılara karşı işbirliği yapmak amacıyla Osmanlılarla bir antlaşma imzalanmıştır (1567). Antlaşma çerçevesinde Osmanlılarca Açe’ye mühimmat ve silah gönderilmiştir. Ancak Açe’yePortekizliler değil, Hollandalılar hakim olmuştur. Hollanda 1873‘te Açe’ye ültimatom vererek bir takım imtiyazlar ve isteklerde bulunmuştur. Ültimatomun reddedilmesi üzerine başlayan savaş Hollanda‘nın teknolojik üstünlüğü nedeniyle Açe aleyhinde sonuçlanmıştır. Açe Sultanı Tunku Muhammed Davut’un 1903‘te Hollandalıların hakimiyetini kabul etmesiyle bölge idari bakımdan Hollanda kolonisine dahil olmuştur. Hollanda Açe’ye bir genel vali tayin ederek yönetime el koymuştur.Hollanda‘nın Açe’deki hakimiyetini Endonezya‘ya devretmesi Açeli bağımsızlık yanlılarını tekrar direnişe sevketmiştir.

Açe Bayrağı ve Türk Bayrağı

Sürgündeki Aceh Sumatra hükûmetinin bayrağı

2004 yılında yaşanan büyük tsunami felaketi nedeniyle, bölgeye giden BBC muhabiri George Alagiah, ilk izlenimlerini şöyle anlatıyordu:

“Açe’ye indiğimde kendimi Türkiye‘de sandım. Hayır, her yerde kebap dükkânları olduğu için değil… Bana kartpostal satmaya çalışan çocukları gördüğümden de değil… Yok yok, ayakkabı boyacılarının bağrışmalarından ya da araba kornalarından da değil… Belki inanamayacaksınız ama; herkesin Türk bayraklı şapka giymesinden dolayı böyle bir fikre kapıldım. Yolda gördüğüm bir genç Acehli’ye, neden şapkalarında Türk bayrağı olduğunu sorduğumda bana verdiği yanıt çok ilginçti. Adı Recep olan bu genç, ‘kendi bayrağımız olan şapkayı giyersek, altı ay hapis yatıyoruz. Türk bayrağına kimse bir şey diyemiyor. Türk bayrağı da bizimkiyle aynı… Zaten, Türkler bizim atalarımız sayılır ve biz bayrağımızı 500 yıl önce onlardan almışız. Bundan dolayı, ne zaman bir maç olsa Türkiye Millî Futbol Takımının formasını giyiyor, evlerimize Türk bayrağıasıyoruz.’ “Şaşırdım kaldım ‘Tanrım bu Türkler nerede yok?’ dedim”

Osmanlı İmparatorluğu ve Açe

Osmanlı Devleti 16’ncı yüzyılda Hint Okyanusu‘na büyük boyutlara varan birçok müdahalelerde bulunmuş, Müslümanhalkların haklarını korumuştur. Böylece Hıristiyan ülkelerin denizaşırı askeri eylemlerine karşı, bölgenin güvenliğini sağlamış, ticarî yolların denetimini ele geçirmiş, farklı Müslüman gruplar arasında da din birliğini sağlamıştı. Bunun sonucunda,Endonezya sınırları içerisinde bulunan Sumatra Adası‘nın kuzey bölgesinde ki Açe Krallığı, Osmanlı egemenliğini kabul etmişti. Osmanlı’dan yıllarca askerî ve maddî yardım alan bu krallık, en sonunda Türk bayrağı‘nı kendine özgürlük simgesi olarak seçmişti.

Bugün Endonezya’dan ayrılıp bağımsız bir devlet kurma çabasını veren ve kendi dillerinde adı “Nanggröe Aceh Darussalam” olan Açe, Aralık 2004 yılında tsunami ile yerle bir olmuş, Türk halkının dikkatini ilk kez, yaşanan bu felaket yanında, dalgalandırdıkları Türk bayraklarıyla çekmişti.

“Türkiye nerede, Endonezya nerede?”, “Türkler buraya neden gitsin?”, “Türk bayrağı neden Sumatra’da dalgalansın?” sorularının yanıtını, Avrupalı tarihçiler çoktan vermişti. Güneydoğu Asya tarihçisi Anthony Reid‘in belirttiği gibi, Osmanlı Devleti’nin müdahalesi iki ayrı dönemde olmuştu. Birinci müdahale Gujerat‘taki (Hindistan‘ın güney batısı) ve Endonezya çevresindeki Müslümanları korumak amacıyla yapılan “askeri operasyon”, ikincisi de 1560 yıllarda Kızıl Deniz ticaretini denetim altına almak ve Avruparlıları buradan uzak tutmak için gerçekleştirilen “ticari operasyon”du. Bu süreç içinde, bölgenin Avrupalı kolonicilere karşı kendilerini savunabilmesi için silah ve cephane yardımı yapılmıştı.

Ünlü Türk tarihçisi Zuhuri Danışman‘ın verdiği bilgiye göre, Acehliler yabancı yayılmacılara karşı, Türkler’den sık sık yardım istemişlerdi. Bunun nedeni ise, Mısır Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa‘nın önerisi üzerine, Süveyş‘te Portekizliler‘le başa çıkabilmek için, Türk Sultanı tarafından 1530’da bir donanma yaptırılması ve bu donanmanın Hint Okayanusu’ndan da sorumlu olmasıydı.

Ayrıca Osmanlı döneminde buraya giden Türk komutanlar buraya yerleşmişler ve zamanla burada bir Türk köyü meydana gelmiştir.

Kaynak: Yazı, “Wikipedia”dan alınmıştır.

Kânûnî Sultan Süleyman Han -aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufrân- yazdığı üç bin civarı şiirle en çok şiir yazan divan şairlerinden biridir. Şiirlerinde “Muhibbî” mahlasını kullanmıştır. Divan’ı Coşkun Ak Hoca tarafından hem latin harfleriyle transkribe edilerek hem de günümüz Türkçesiyle beyitlerin mânâları verilerek yayınlanmıştır. Ben son dönemlerde zaman zaman, Sultan’ın şiirlerinden seçmelerin yer aldığı bir çalışma olan İskender Pala’nın “Muhteşem Şâir Muhibbî” başlıklı kitabından şiirler okuyorum. Çalışmada İskender Pala, Muhibbî’den 100 şiir seçerek, hem şiirlerin aslını latinize hâlde vermiş, hem de günümüz Türkçesi ile beyitleri açıklamış. İşte, bu eserde okuduğum bir gazel, cihan padişahı Sultan’ın kendisini muhasebe ettiği güzel şiirlerinden biri olduğu için dikkatimi, ilgimi çekti ve Sultan’a olan sevgimi daha da arttırdı. Bu güzel şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum:

                    GAZEL

Şâh olup ey dil eger kılmayasın adl ile dâd

İki âlemde mukarrer olısarsın nâ-murâd

(Ey gönül, padişah olduğun halde adalet ve doğruluk ile hükmetmez isen, elbette iki alemde muradına ulaşamayanlardan olursun.)

Mûr gibi pâymâl ettirme gel miskinleri

Saltanat geçer Süleymân dahi olsan hemçü bâd

(Gel, miskinleri karınca gibi -ayak altında- ezdirme. Süleyman dahi olsan saltanat rüzgâr gibi geçer.)

Gözi yaşın her fakîrin zulm ile bahr eyleme

Padişâh-ı dehr olmakdansa yeğdür yahşi âd

(Zulmederek her fakirin gözyaşını deniz eyleme, dünyaya padişah olmakdansa iyi bir ad [bırakmak] [daha] iyidir.)

Dehr elinden ey gönül gam çekdügüme gam yeme

Bunu fikr eyle kim almışdur bu dünyâdan murâd

(Ey gönül bu düntyanın elinden gam çektiğime gam yeme! Bu dünyadan muradını kğim almıştır, bunu düşün!)

Ey Muhibbî etme dünyâ fikrini an âhirün

Kande gitti Hüsrev ü Cemşîd ü Dârâ Keykubâd

(Ey Muhibbî! Dünya fikrini etme, ahiretini [akıbetini] an. Nerde Hüsrev, Cemşid, Dârâ, Keykubâd [gibi padişahlar]; [hepsi] gitti.)

 

Kaynaklar:

– İskender Pala, “Muhteşem şair Muhibbî”, Kapı Yayınları, 1. Basım, Mart 2011, İstanbul.

– Ferit Develioğlu, “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopadik Lügat”, Aydın Kitabevi, 24. Baskı, 2007, Ankara.

Fahri Kaplan

19
Ağu

Kanûnî Devrinde

   Yazar: Fahri Kaplan Tags: ,

    Kanûnî devri  siyasî, kültürel, askerî vb. hemen her alanda zirveyi yaşadığımız bir dönemdir. Öyle bir dönemdir ki bu, Sinan gibi bir mimarı, Bâkî gibi bir şairi yetiştirmiştir. Zaten Kânûnî Sultan Süleyman bu ifadeleri bizzat kendisi kullanmıyor mu: “Bunca yıllık saltanatımda iftihar ettiğim iki şey vardır: Biri Sinan gibi bir mimarın benim dönemimde yaşaması, diğeri de Bâkî gibi bir şairi bulup çıkartmaklığımdır.”

    Maziye takılıp kalmak doğru değil. Ancak maziden yüzünü çevirerek geleceğe yön vermek de mümkün değil. Eskisi gibi her alanda söz sahibi olmak isteyen milletimize şanlı mazi ilham kaynağı olacaktır. Geçmişin birikimini yıkanlar her zaman yeniden temel atmak durumundadır. Ardında büyük bir birikime sahip olanlardır ki binalarını en yüksek ufuklara taşıyabilirler.

    Kanûnî Devri (şiirimdeki ifadeyle devr-i Süleyman), hayâl dünyamda yer yer seyahat ettiğim, beni zamanın kasvetinden arındıran, milletçe mesut günlerimize seyahat ettiğim müstesna bir devirdir. Hani Yahya Kemal’in dediği gibi:

    Çık tayy-ı zaman et açılır her perde

    Bir devr geçir istediğin her yerde

    Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım

    İstanbul’u fethettiğimiz senelerde

    Üstâd, İstanbul’u fethettiğimiz seneleri tercih etmiş. Zaten eserlerinde bu büyük fethi tarihimizin dönüm noktası olarak da sık sık anar. Ben de tayy-ı zaman ederek (zaman değiştirerek) hayâl ufkumda farklı devirlere seyahat eder, o dönemi adeta yeniden yaşamaya çalışırım. İşte Kanûnî Devri’nin daha ziyâde edebî ortamına yaptığım  seyahatlerin bu hayal ufkunda sınırlı kalmasının içimdeki ukdeyi deştiği bir zamanda (dört sene önce) kaleme aldığım bir şiirimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

 

     KÂNÛNÎ DEVRİNDE

Söz sultanları son ufka varmışlardı beyânda;
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!
Bulunur mu ki bir daha bunca üstâd bir anda!
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!

O devirde hem Fuzûlî hem Bâkî yaşar idi,
Zâti Pîr’in dükkânına şairler koşar idi,
O şiirler okundukça gönüller coşar idi,
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!

O zaman bu topraklarda büyük ihtişâm vardı,
Bütün dünyâya hükmeden şâh-ı muhteşem vardı,
Bir devlet ki; hem İstanbul hem Üsküb hem Şam vardı,
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!

İstanbul şiir diyârı: Bâkî, Nev’î, Hayâlî…
Bağdat ızdırâb mekânı: Rûhî ile Fuzûlî.
Aslı nasıldı kim bilir; mest ediyor hayâli,
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!

İstesen de gelmez geri konuşursun nâfile.
Nerelerde kaldın Fahri; geçti gitti kaafile.
İçimde bir istek kaldı – olmazsa da lâf ile -:
Ne hoş olurdu gelseydim âh devr-i Süleyman’da!

                    Fahri Kaplan  

 

    Hâmiş: Ramazan ayınızı şimdiden kutlar, onbir ayın sultanının iç ve dış dünyamıza bereket getirmesini temenni ederim.

12
Ağu

Balkanlar… Ah Balkanlar!

   Yazar: Fahri Kaplan Tags: , ,

 

                                          “Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum

                                Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum” (Yahya Kemal, “Açık Deniz” şiirinden)

 

    Balkanlar… 5 asır boyunca atlarımızı suladığımız Tuna nehri, şimdi bizim için akmıyor. Bir zamanlar dedelerimizin yaşadığı, bizden bir parça olan bu geniş coğrafyanın büyük bölümünü artık bizler, göç edilen diyâr olarak yâd ediyoruz.

    Göçler ve katliamlarla Türk ve müslüman nüfusun azaldığı Balkanlar’da 1300lerin sonundan 1900’lerin başına kadar Türklerin ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığını, buraların da bizden bir diyâr olduğunu biliyoruz. Üsküp doğumlu şairimiz Yahya Kemal’in çocukluğunu geçirdiği Rumeli ile ilgili şu cümleleri dikkat çekicidir: “Rumeli’ye o zaman, ne kadar yerleşmişiz Yârabbi! Ve bu hakikati bugün ne kadar unuttuk. Meselâ Rumeli Türklerini ezelden ebede kadar muhacir telâkki etmeye alışmış olan İstanbul ve Anadolu milletdaşlarımız bu itikadlarında ne kadar yanılıyorlar.” (Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım, İst. Fetih Cem. Yay. İst. 1997, s.54,55)

    Balkanların Edirne’den ötesindeki kısmına hiç gitmesem de dedelerimin 93 Harbi’nde (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) Balkanlar’dan Anadolu’ya göç etmesinden olsa gerek, o coğrafya her zaman bana binlerce hatıramı, neşemi, hüznümü, hayallerimi, çocukluğumu bıraktığım diyâr gibi gelir. Bu yüzdendir ki şâirin şu mısralarında sanki kaybolmuş çocukluğumu bulurum:

    Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum

    Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

    Nasıl bulmayayım! Beş asır dedelerim mahsulünü devşirmiş, koyununu otlatmış ovasında. Türkülerini, şiirlerini haykırmış semâsına o toprağın. Atını Tuna’da sulamış, bin atlı akınlarda dev gibi orduları yere sermiş o topraklarda. Ve bin bir milleti beş asır kardeşçe yaşatmış o bizden diyârda.

    Okuyucu, yaralıyım! Balkanları kaybettiğimizden beri, 90 senedir… Dedelerim Balkanları terk edeli, 130 senedir… Yaralıyım. Balkanları al kanlarla suladığımızdan beri yaralıyım. Düz cümleler yaramı tarife âciz. Belki şiir döker içimi dışıma, belki şiir hâlime tercümân olur. Ey Rumeli’nin Hasan Rızası! Sadece Hasan Rıza’ya değil bu sesleniş, dedeleri Rumeli’de yüzlerce yıllık hatıralarını bırakarak Anadolu’ya gelmişlere. Yâdınızda mı Üsküb’ün, Razgrat’ın, Vardar Yenicesi’nin fezâsı? Buralar birer müslümân şehirdi, yâdınızda mı bıraktığımız miras? İşte bamteline dokunan mısralar:

    HASAN RIZA’YA SESLENİŞ

    Ey Rûmelî’nin Hasan Rızâ ‘sı
    Yâdında mı Üsküb’ ün fezâsı
    Yâhut Kalkandelen kazâsı
    Vardar ve uzakta karlı dağlar

   

    Üsküb bir müslüman şehirdi
    Binbir türbeyle müştehirdi
    Vardar’sa önünde bir nehirdi
    Her an tekbîrlerle çağlar

                           Yahya Kemal Beyatlı