Yazarın Tüm Yazıları

3
Oca

AĞAÇLAR VE ODUNLAR – 2

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 

12                              “Ağaçları sevelim odunları da” diye bir yazıyla başlamıştım bu sitede yazmaya. 28 Şubat’ın etkilerinin devam ettiğinden şikayet etmiş baskının her alana yayılmış olmasından dem vurmuştum. 2008 yılıydı sanırım ve o zamanlar bu etkinin giderek azalacağına ve baskıcı devlet yönetimi anlayışından tamamen uzaklaşacağımıza yönelik umutlarım çok kuvvetliydi.

Tarih tekerrürden ibaretti. Defalarca ben sen olmayı biz olmaya tercih etmiş bir milletin evlatları olarak yeniden ötekileştirmeyi , dışlamayı ve kendi gibi düşünmeyenleri düşman saymayı devlet politikası haline getirdik. Ne farklılıkların güç olduğunu farkedebildik ne de farklı düşünmenin düşmanlık olmadığını anlayabildik. Şiirlerle şarkılarla gökkuşağına methiyeler dizdik ama yağmurla güneşin çatışmasından ortaya çıktığını da anlamak istemedik onu güzel kılan özelliğin farklı renklerden oluşması olduğunu da.

Komünizmin söylem olarak güzel olduğunu , herkesin eşit olmasın da nasıl bir kötülük olabileceğini sormuştum bir hocama daha aklım yeni yeni kesmeye başlarken. Bir  fabl anlatmıştı hocam. Ormanda kral aslan toplamış tüm hayvanları ve artık ormanımda kominizm var herkes eşit demiş. Sevinç çığlıkları arasında geçen üç beş günden sonra bakmışlar aslanlar yine et yiyor ,tavşanlar ot. Tavşan varmış huzura “ kralım siz et yiyorsunuz biz ot . bu nasıl bir eşitlik ?” diye sormuş. Aslan : biz birinci grup eşitiz bak hepimiz et yiyoruz siz ikinci grup eşitsiniz siz de hep ot yiyorsunuz ,demiş. Eşitsiz eşitliğin sadece komünizmde olmadığını demokraside de et yiyenlerin ot yiyenleri sevmeyebileceğini , küçümseyebileceğini öğrendim geçen bu zamanda.

Daha fazla yiyebilmek için saldırdılar yeşillik alanlara, ağaçlara. Ağaçları korumak suç oldu. Ağaç diyenler ülkenin gelişmesini istememekle suçlandı, vatan haini ilan edildi. 6000 zeytin ağacı kesildi . Kesilmeden önce kesenlere yakın olan bir site zeytin ağacının uğursuzluğundan bahsetti , Yahudilerin zeytin ağacıyla ilgili kendilerini koruyacaklarına olan inançlarını öne çıkartıp lanetlediler zeytini , zeytin ağacını. Oysa biliyorlardı Allah’ın kendi kitabında zeytine yemin ettiğini. “Vettîni ve’z-zeytûni “ dediğini. Hiç dillendirmediler çünkü işlerine gelmiyordu.

Zeytinleri koruyan köylüler dövüldü. Hain ilan edildi. Danıştay karar verdi . ağaçlar kesilmemeli dedi. Ağaçlar kesilmişti, köylüler dövülmüştü.

Ağaçları sevelim odunları da demiştim ilk yazımda. Ağaçları sevmeye korkuyorum . Odunları ? Odunları sevmiyorum artık.

Tags: , , , ,

28
Ara

BİTLİS’İ ÖZLERKEN

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

                     Son yazımı Bitlis’te asker öğretmenken rahmetli arkadaşım, kardeşim, yoldaşım Veysel Burak Gülper için yazmıştım. Göz yaşlarıyla yazdığım son yazıdan sonra yaklaşık iki yıl geçti. Burak’ımı özlediğim kadar olmasa da bir başka duygu daha çöktü üstüme: vefa duygusu. Bitlis’e vefa…
Aslında Erzincan doğumlu olmama rağmen doğuya böyle uzun bir süre kalmak için hiç gitmemiştim. Bitlis’le ilgili bildiklerim üniversitede okurken kısa bir süre beraber kaldığım Bitlisli arkadaşımın anlattıkları ve gösterdiği iki büyük resimde gördüklerimle sınırlıydı.
Bitlis’te uyandığım ilk sabah hastaneye yattım. Kimsesiz , evsiz, barksız… O andan itibaren bir şehirde insanlık nasıl temsil edilir onun örneklerini izleme imkanı buldum. Beni hiç tanımayan birisi bir taksi tutarak öğretmen evinden eşyalarımı getirdi. Bu hastanede yattığım on gün boyunca Bitlis insanını ve insanlığını gözlemleme imkanım oldu.
Bitlis çok küçük bir şehir, kendi etrafında 360 derece döndüğünüzde sürekli dağları görebiliyorsunuz. İlginç bir durum gerçekten, baktığınız gördüğünüz her yer dağ. Bitlis’in karı da meşhurmuş yakın geçmişe ait kar efsaneleri anlatılıp duruyor.
Bitlis’te beni en çok etkileyen “Bitlis İnsanı” oldu. Yabancı dedikleri Bitlisli olmayan insanlara çok iyi davranıyorlar size yardımcı olmak için can atıyorlar. Van,Şanlıurfa, Adıyaman,Mardin gibi yakın şehirlere de gitmeme rağmen hiç böyle bir yakınlık göremedim. Esnaf son pazarlığı yaptıktan sonra öğretmen olduğumuzu öğrenince daha da indirim yapıyorlar. Esnaf paranız olmadığını hissedince alını ücretsiz ya da hiç tanımamasına rağmen iki hafta sonra getirirsin diyerek verebiliyor. Telefonumun şarjı bitmişti kapanmakta olan bir dükkana girdim yarım saat benim için dükkanı açık tuttular.Bunun gibi birçok insanlık örneğiyle karşılaşmak Bitlis’i kalbime silinmez hatıralarla nakşetti.

İnsanlık abidesi dikilecek olsa bunun yeri kesinlikle Bitlis olmalı.

Tags:

27
Nis

RAHMETLE VEYSEL BURAK GÜLPER…

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

polis-memuru-trafik-kazasinda-hayatini-kaybetti.jpg

Özel harekatçı olacaktı…

sevdiği kız vardı… düğün yapacaktı…

hayalleri vardı… yaşayacaktı…

     lisenin kapısında tanımıştım, aile sıcaklığının olmadığı yurt ortamında ailemiz gibi sıcaktık… babası çok küçükken vefat etmişti… gözleri dolardı babasının ölümünü okul dönüşü öğrendiğini anlatırken…

      iki kız sevmiştik… burak konuşmaya gittiğinde ilk kelimeyi söylediğinde kızın otobs gelmiş de binip gitmşti kız arkasına bile bakmadan… çok gülmüştük, bütün yıl gülmüştük…  Üniversiteyi kazanamazsak çeçenistana gidecektik… hayallerimiz vardı, çocukça da olsa… strateji oynardı saatlerce başkanla… hile yapardı, şifre yazardı… başkana bak o da yazmasın derdim o saf kötülük düşünmez deri… yine de hep yenerdi başkan burağı…

    evinde kalmıştık bir gece… veysel burak aslandı… mertti…. delikanlıydı…

    yurttan kaçmıştık bi gece kilometrecelerle yürüyüp sapanca gölüne gitmiştik… ibo dinledik,hep arabesktik… tren istasyonunda uyuduk bütün gece…

     polis olmuştu veysel burak… veysel denmesine de kızmıyordu artık faysal denmesine de… aga derdi “ilerde çok güzel şeyler olacak”… ilerde çok güzel şeyler olacaktı burağım çok güzel şeyler olacaktı.

      batmana çıktı görev yeri geçen ay gidecektik… nevruzda görevliydi… bekliyordu… trafik kazası geçirdik gidemedim… üzlmesin diye kaza geçirdiğimizi söylemedim… ben seni üzmedim burak sen ne diye üzüyorsun…  mayıs ta buluşacaktık… buluşacaktık söz vermişti… yalan mı burak söz vermedin mi… verilmiş sözün varken nere gidersin nasıl gidersin…

        “aga” dedi…

 “özel harekatçı olcam ramazan bayramından sonra başlıyo kurs”…

“bir kıza gönül kaptırdım gzel de bir düğün yapçam…

özel harekatçı olacaktı…

seviği kız vardı… güzel bi düğün yapacaktı…

hayalleri vardı… kendiyle beraber götürdüğü…

1
Mar

Kardan Adam

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 1.jpg

                 Kardan Adam Ve Güneş   

“ Kardan adam olur senden adam olmaz” diye bir replik moda olmuş. Kardan adamı küçümseyen, adam yerine koymuyormuş, alaya alıyormuş gibi bir ifade…    

Kardan adam güneşin önünde diz çöküyormuş,yalan…  Adamlığını feda ediyormuş, yanlış… Üç günlükmüş adamlığı kardan adamın, palavra…  

Kardan adamın adamlığı üç günlük değildir, ömrünün sonuna kadardır.Ömrünün kısa olması onun suçu değildir.   Kardan adam güneşin gücünden korkup adamlığından vazgeçmez , varlığının son noktasına kadar adamdır… Erir, biter , tükenir…  Tükenir ama adam olarak tükenir,adam gibidir tükenmesi. Yalansız, riyasız, minnetsiz…                         

                                                              Kardan Adam İle Güneş 

Kardan adam güneşe aşık olmuştu, güneş kardan adamı seviyordu…  Güneşsiz bir günde dünyaya gelmişti kardan adam. Uzun bir uykudan uyanırken gördü kardan adamı, güneş. Gözlerini ovuştururken merhaba demişti. Başına geleceklerden habersiz kardan adam sevgiyle karşılık verdi, havuçtan burnunu dikerken gök yüzüne…

                                                                     

Ne güzel başladı her şey, güneş yakmıyor, kardan adam erimiyordu. Günler geçtikçe bir aşk doğdu aralarında. Aşk ateşi güneşi yakıp kavurdu. Aşkın ateşinden ateş topuna dönen güneş kardan adamı erittiğinin farkına bile varmadan sürekli kendi aşkının büyüklüğünden, aşkından ,ateş gibi yandığından bahsediyordu. Adım adım eriyen güneş üzüntü içinde sevgilisini dinliyordu. Günden güne zayıflıyor , eriyordu. Güneş sadece kendi ateşini görüyordu…

Bir sabah uyandı güneş ve su birikintisine dönmüş sevgilisine göz yaşları döktü… Gerçekten aşkından yanmıştı güneş ama sadece sevmenin aşkı yaşatmak için yeterli olmadığını anlamıştı, iş işten geçtikten sonra. Kardan adam sevgilisinden gördüğü zarardan hiç bahsetmedi ömrünün sonuna kadar. 

 3.jpgİki değişik olayda da kardan adamın ne kadar adam olduğunu gördük. Adamlığının üç günlük değil, ömrünün sonuna kadar olduğunu fark ettik. O zaman diyebiliriz ki: KAR YAĞSA DA ADAM GÖRSEK, KARDAN DA OLSA ADAM GİBİ  ADAM GÖRSEK. ADAM GÖRMENİN BAŞKA ŞEKLİ KALMADI MAALESEF…

Tags: , ,

4
Oca

Bir Garip İmam Hatipli

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

imamhatip.jpg      İmam Hatiplilerin rekorları bir bir kırdığı, ÖSS’de birincilikler aldığı zamanlarda girmiştim İmam Hatip’e. Deprem olduğunda orta sona geçmiştim. Gölcük’teki okulumuz zarar görünce ülkemizin en iyi İmam Hatip’i depremzede olarak bizi kabul etti. Rüya gibiydi, yıllarca Türkiye birincisi çıkartmış bu okulda okuyacak olmak…              

         Beş-altı kişi gelmiştik Gölcük’ten. Okul idaresi bize çok yardımcı oldu. Günler güzel geçerken adamın biri:  “Deprem, 28 şubat sürecinin aksatmayacak, bu süreç bin yıl sürecek.” dedi. İcraatlar başladı. Sadece asker değil sivil toplum kuruluşları bile bize cephe aldı. Depremde mağdur olmuş bir arkadaşımız eğitimin en önemli sivil kuruluşuna başvurdu. Her öğrenciye yardım eden bu kuruluş imam hatipli olduğunu öğrendikten sonra arkadaşı kapı dışı etmiş ve gericileri doyurmuyoruz demişti ,akan göz yaşlarına ,görünen çaresizliklere aldırmadan.        

       Buraya Gölcük’teki gibi askerler gelmiyordu sadece selam yolluyorlardı. Sıkıntı başladı. Yine baş örtüsü, yine tehditler…

        Askeri liselere, harp okullarına alınmıyorduk. Artık üniversiteye de giremeyeceğimiz duyuruldu, bir iki bölüm hariç. Ve kaçışmalar başladı. İlk sırada da ben ayrıldım çünkü idealim bir öğretmen olmaktı. Oldum da… Ama bir İmam Hatipli olarak değil bir İmam Hatip kaçkını olarak. Düşünüyorum fazladan gördüğüm Arapça ve Kur’an dersi benim öğretmenliğime neden engel olmuştu? Neden hâlâ engel oluyor? 

         Daha büyük idealleri olan arkadaşlar vardı. Onların ideali, İmam Hatipli olmaktı. İmam Hatipli kalmak, kalabilmek… Çok zeki arkadaşlar vardı içlerinde. Matematikçiler kadar matematik yapabilen, en iyi fenciler kadar fen yapabilen… Ama imam hatipli olduğu için üniversitelerden geri çevrildiler. Tuttular gurbet yollarını. Kimi Azerbaycan’a gitti, kimi Ukrayna’ya kimi de Bulgaristan’a gitti. Çoktan okullarını bitirdiler ama üniversite diplomaları bile kabul edilmedi ülkemde, Türkiye’mde. Şimdi üniversite okudukları ülkelere hizmet ediyorlar. Büyük işleri Bulgaristan, Ukrayna bayrakları altında yapıyorlar. Ve eminim yıllar sonra onların buluşlarını milyon dolarlar vererek satın alacağız.

          Masa başında ülke kurtarmaya çalışan büyükler kendilerini başarılı sayıyorlar. Yeşil örümceklerden kurtulduk diye seviniyorlar. İşlenebilecek zekâyı, üstün kabiliyetli bu kişileri ülke dışına yollamakla övünüyorlar. Ülkeye verdikleri zarar,Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesi bu adamların umrunda değildir. İlgilendikleri tek şey, göbekleri ve koltukları.

           Selam olsun İmam Hatipliye! Helal olsun davasında arkaya bakmadan yürüyenlere. Yazıklar olsun kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin önünde tutanlara.

6
Ara

VURUN İMAM HATİPLİYE

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

           

   Şimdinin gelişmiş olan Avrupa’sı henüz gelişmeden önce, tuvaletlerinin paketlerle dışarı attığı, insanlar kafalarına pislik gelmesin diye şemsiye kullandığı zamanlardı. İki haşarı kız çıktı ve cadılar bize tecavüz etti diye ortalığı birbirine kattılar. Polis cadıları aramaya başladı. Doğal olarak da bir şeye ulaşamadı. Dosyayı kapatabilmek için onlarca köylüyü cadılara yardım ve yataklık yapmaktan tutukladı, konuşturmak için günlerce işkence yaptı.

   Şimdinin dünya devi olmaya hazırlanan, büyük oynamaya başlayan Türkiye’nin henüz belini doğrultamadığı, açlığın,ilaçsızlığın pençesinde kıvrandığı  zamanlardı. İnsanları oyalamak, demokrasiyi, işsizliği ve haklarını aramayı düşünmemelerini sağlamak için bir şeyler yapmak gerekiyordu! İki haşarı çok bilmiş çıktı irtica geliyor dedi. Polis ve asker  cadı avına çıktı. Bulamayınca çaresiz bir arayışla imam hatibe sarıldı. Ve yıllardır amansız hakaretlerle ve değişik yollardan aşağılamalarla işkenceye devam ediliyor İmam Hatipliye.

    On bir yaşındaydım imam hatibe yazıldığım zaman, o zaman orta okullar da ayrıydı. Gölcük’teydi  okulum, donanmanın merkezinde. Daha 28 şubat süreci başlamamıştı ama soğuk rüzgarı hissediliyordu. Okulumuzu teftişe üniformalı,bol yıldızlı amcalar gelmeye başladı. O sırada çevik bir komutan şubat müjdesini(!)  verdi. Asker amcalar ziyareti sıklaştırdı bu kadarla da kalmadı bizi de davet ettiler(!) garnizona. İki haftada bir laiklik konulu konferanslara katılmamız zorunlu oldu. Tabii kız öğrencilerin baş örtüyle gelme ihtimaline karşı onların gelmesini yasakladı asker amcalar.

    El kadar çocuklardık. Başörtülü arkadaşlara tehditler gelmeye başladı. İlk dönem başını açmayan takdir- teşekkür alamayacak ,ikinci dönem başını açmayan okuldan atılacak. On iki yaşındaki kız öğrenciye yapılan tehditti bu.

          

    Sözlerinde durdular, hiç aman vermediler, ziyareti aksatmadılar hiç. Başını açmayan öğrenciye türlü eziyetler yapıldı. Öğrencinin başını açmayı başaramayan idareciler akıl almaz eziyetlere uğradı. Müdürümüz bir okula normal öğretmen olarak atandı, müdür yardımcımız da. Müdürümüz mahkemeye verdi, türlü yerlere baş vurdu. Ve kazandı ama yeni görevine başlayamadan 17 Ağustos depreminde Hakk’ın rahmetine erdi.

    Cadıları yakalayamamak deli etti Avrupalıları. Gittikçe daha da sinirlendiler ve yakaladıkları masum köylüden aldılar hınçlarını. Türkiye’de mi ne oldu? Hala alamadılar hınçlarını…

8
Eki

Kelimelerle Psikolojik Savaş

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Edebiyat

 

    “Mesela” ve “örneğin” kelimeleri arasındaki çatışma yıllarca ülkemizi kutuplaştırmış. İnsanlar kullandıkları kelimelere göre ödüllendirilmiş ya da yargılanmış. Meseleyi bu kadar ileri götürmek şüphesiz ki yanlış. Ama hiç umursamadan önüne gelen her kelimeyi kullanmak dilin popüler bir dilin istilâsına teslim edilmesi anlamına gelir. “Kamus namustur” diyen merhum Cemil Meriç, çok önemli bi noktaya dikkatleri çekmiştir.

    Soğuk savaş döneminde ateşli silahlar kadar önemli bir silah daha tespit edilmiş: Lisan. Bu silah ilk ve açık olarak Japonlara karşı kullanılmış. Silahsızlanma ve teknolojik çalışmaları kısmen durdurmayı kabul eden ikinci dünya savaşının kaybedeni,Japonya mesele dilin değiştirilmesine gelince şu cevabı vermiştir: “O zaman kalkın savaşalım, başka dili benimseyen millet zaten zamanla yok olup gider.”

    Psikolojik harbin önemli bir alanı olan dil üstünde oynama bize de uygulanmış bir taktiktir. Irkçı bir şekilde ilk Türklerin kullandığı kelimelerin dışındaki tüm kelimeleri inkar edelim demiyorum. Ama alıp kullandığımız kelimelere de dikkat etmeliyiz. Bir binbaşı konferansında tv izlemek psikolojik harbi kaybetmektir , TV’yi seyredersek bir cephede daha kazanırız demişti. Daha da açmıştı bu meseleyi ama yer kaplamaması adına burada kapatıyorum konuyu.

    Bu aydın komutanımızın örneğinden sonra düşündüm. Acaba bu şekilde kasıtlı olarak dilimize yerleştirilen başka kelimeler var mıydı. Evet çok fazla buldum ve bunların en başında “öğretmen” kelimesi  vardı. 4 binden fazla öğretmenin 3 hafta bir arada kaldığı bir ortamda kalınca bu tezime çok fazla dayanak buldum.

Etrafına çöp atan öğretmen, 

susması gereken yerde konuşan öğretmen,

etrafını kirletmekten çekinmeyen öğretmen,

küfür ederken yüzü kızarmayan öğretmen,

ağza alınmayacak lafları söyleyen öğretmen

hep aynı savunmayı yapıyordu :“Ben öğretmenim ,öğrenciye öğretirim, burada da öğrenci olmadığına göre istediğim gibi hareket ederim”. Evet öğretmen öğreten demektir ve muallim( ilim sahibi) kelimesi yerine dilimize zorlaya zorlaya sokulmuş bir kelimedir. İlim sahibi sahip olduğu ilmi her yerde kullanırdı, öğretmen ise öğreteceği yerde öğretmen . Öğrencinin olmadığı yerde bu vasfından sıyrılmış,kurtulmuş,arınmıştır!!! Muallim denen kişi yaptığı hareketten sahip olduğu ilimle utanırken, öğretmen öğrencinin olmadığı yerde hiçbir şeyi önemsemeden hareket edebilmektedir.Yukarıda yazdığım öğretmen davranışları hepsi gerçek ve kadrolu olarak görevinin yapan yüzlerce öğretmeni gözlemleyerek tespit ettim ve bunlar sadece terbiyemin müsaade ettiği eylemler.

    Şimdi eğitim sistemini tartışırken öğrenci davranışlarını mı önce tartışalım yoksa öğretmen vasıflarını mı yoksa bu öğretmen kelimesini mi…?  

 

   ÖNEMLİ NOT:  Yukarda anlattığım tipteki öğretmenler bu mesleğin olumsuz örnekleri. Tabii ki görevini özveriyle yapan , özel hayatında da örnek bir şahsiyet olan, toplumun gıptayla baktığı öğretmenler de var. Bize ancak onların ellerinden öpmek düşer.

Tags: , , , , ,

16
Eyl

BANA SILA OLMUŞ GURBET İLLERİ

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

“Ben gurbete aşıktım, gurbet beni seviyordu. En vefalı dostumdu. Dokuz yıl hiç ayrılmadık, her gece koyun koyuna yattık. Başımı dizine her yasladığımda  ılık bir rüzgarla  okşadı saçlarımı.”

  

Gurbet kelimesini ilk kez 6-7 yaşlarımda duymuştum. Bir klip vardı, gurbet vurgusu yapan. Erzincan’dan çok sayıda görüntü vardı. Sonunda sanatçı “kara tren’e” binip uzaklaşıyordu. Bizim evimizde bir mevlüt ya da ilahi bir seda dinlenir gibi dinlenir, büyükler gizli gizli ağlardı. Erzincan’dan göçeli o yıllarda henüz 3-4 yıl olmuştu. Yoksulluk illeti vurmuş, yakacak kömür bulamayacak konuma düşülmüştü. Ne güvenecek bir dost ne de yardım isteyecek bi hısım vardı ,zalim gurbette.

Yıllar geçti durumumuz düzeldi; dostlar, akrabalar geldi yerleşti Kocaeli’ye. Ben gurbeti görmeden önce Kocaeli’ye gurbet diyordum. Artık sıla diyorum.

İliklerime kadar hissettiğim ilk gurbet Gölcük Depremi’nin ardından geldi. Yatılı okulu yazdırıldım. Ailem beni bırakıp gidene kadar ağlamadım. Sonra çektim yorganı başıma; ağladım, ağladım, ağladım… Yalnızlığıma mı ağlıyordum yoksa ailemin benden uzaklaşmak için yatılı okula verdiği düşüncesine mi… (o dönem bu şekilde düşünsem de sonra hayatımı olumlu ettkileyen bir karar olduğunu idrak ettim.)

Bir yıl sonra lise için başka bir şehre, yeni bir gurbete yol aldım. Yavaş yavaş sindiriyordum gurbeti. Sevmeye başlamıştım çaresizliği…

Üç yıl sonra üniversite için başka bir şehir… Artık gurbete giderken çekinmiyordum, adımlarım geri gitmiyordu. Gurbet bana sıla olmuştu. Gurbetten sıla olur mu? Olmuştu işte…

Üniversiteden sonra tayinim Kocaeli’ye çıkmıştı. Ailemin yaşadığı şehir… Şaşırdım, afalladım, sudan çıkmış balığa döndüm. Kafamdaki aile kavramı karıştı. Eskiden para istenen, bayramda seyranda gidilip el öpülen bir müesseseydi. Şimdi beraber yaşayacak olmak… Nasıl bir şeydi acaba?

Ben gurbete aşıktım, gurbet beni seviyordu. En vefalı dostumdu. Dokuz yıl hiç ayrılmadık, her gece koyun koyuna yattık. Başımı dizine her yasladığımda  ılık bir rüzgarla  okşadı saçlarımı.

Ben gurbete aşıktım, gurbet beni seviyordu.Yine dayanamadı bensizliğe. Uzaktan çağırdı bu sefer, çok uzaktan… 1400km idi küsüratı saymayınca. Daha ilk günümde hasta oldum.  Gurbet üzüldü… Koluma serum bağlıyken gurbet illerinde yazdığım bu satırlarda tereddütsüz haykırıyorum;  gurbeti seviyorum. Öz vatanım; gurbet. Sılam ;gurbet…

gurbet.jpg

Tags: ,

28
Ağu

Yasak

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 

    Otobüste yolculuk yapıyordum. Arkada üç kişi Almanca konuşuyordu. Sadece birisi gurbetçiydi, ikisi yabancı. İlerleyen dakikalarda host gelerek telefonlarını kapatmasını, bilgisayarın elektronik felan filan anlattı uzun uzun sonuç olarak “Arabada tel yasak” dedi. Grup şaşırmıştı. Türkçe bilen itiraz etti: “Ben Almanya’da bu arabaların o dediğiniz sistemini yapıyorum ama telefonun zarar verdiğine dair hiçbir bulgu yok.” Zaten Avrupa’da da hiçbir ülkede böyle bir yasağın bulunmasını anlatmaya çalıştıysa da görevli sesini yükselterek “Yasak kardeşim, yasak” dedi. Şaşırmışlardı. Yurdum insanı da şaşırmalarına şaşırdı. Burası Türkiye, herkes gücünü göstermek için bir şeyler yasak eder. Muavin telefonu, müdür saç uzatmayı, YÖK baş örtüyü, RTÜK tartışmayı… Herkes kendi alanında bir şeyi yasaklar burada ben varım demek için.

    Zamanında adamın biri tuvaletçilik yapıyormuş mıllete sen şu ibriği sen bu ibriği kullan diye talimat veriyormuş. Adamın bırı aceleden dediği ibriği değil diğerini almış adam başlamış bağırmaya “Ulen beni dinlemezseniz ibrikçibaşılığım nerde kaldı”.   

    Yasaklar delinmek için değil. Şu yasakları azaltalım, daha özgür bir hayat sunalım. Azaltalım ki asıl yasaklara uyulsun. Kırmızı ışıkta duruldun,hız sınırına uyulsun. Her yasağa uyarsak hayat işkenceye döner demeyelim.    

    Yasak demişken sigara yasağına da değinmek gerek . Muzdarip olduğum bir meseleydi gerçekten rahat nefes almaya başladım. Buna kapalı alanda sigara yasağı demeyelim de, kapalı alanda temiz hava özgürlüğü diyelim.

 

Tags: , , ,

21
Ağu

Sivil Hayat İçinde Asker

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 

    Arkadaşım içlerinde asteğmenin de bulunduğu bir grupla damsız girilmeyen bir bara gitmişler. Kapıdaki görevli nazikçe damsız girilemeyeceğini ifade etmiş. Bunun üzerine asteğmen olan askeri kimliğini göstererek girmelerine izin verilmesini istemiş. Görevli kuralları uygulamak zorunda olduğunu giremeyeceklerini belirtmiş. Bunun üstüne birkaç defa daha kimliğini gösteren asteğmene görevlinin cevabı şu olmuş: “Arkadaşım niye ikide bir kimliğini gösteriyorsun. Burası kışla mı?”

    Demek ki Türkiye’mizde de bir şeyler normalleşmeye başlamış. Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Askerin asker olduğu yer kışla. Dışarıda sivil , siviller gibi sivil. Üstünlüksüz,ayrıcalıksız. Sonuçta kast sistemi kaç ülkede kaldı ki?

    Askerin görevi kendi vatandaşının değil düşman ülkelerin kalbine korku salmaktır. Gücünü düşmana göstermek, görevine kenetlenmek, siyasetten, ülke yönetme hevesinden uzak durmak.    

     Evet askerden korkmuyoruz ama askeri seviyoruz. Devlet yönetme hevesiyle genç Osman’ı katleden orduya duyulan öfkeden uzağız. Fatih’in ordusuna duyulan sevgi gibi sevgimiz. Kanunî’nin ordusuna duyulan güven gibi güvenimiz.

Tags: , ,

14
Ağu

Gazete

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 

    Terminaldeyim. Otobüsün kalkmasına kısa bir süre var. Gazete bayiine koştum. Son bir gazete kalmış, mecbur aldım. Elli kuruş…

    Sayfaları cicili bicili, kuşe kağıda… Türkiye’nin gelmiş geçmiş tek değişik gazetesi iddiasıyla çıkmış meydane. İlk görüşte farklı gerçekten. Ama içeriğe bakınca bildiğimiz boyalı saldırgan medyadan farklı değil. Bir gazetenin farklılığı nasıl kâğıda basıldığıyla değil, o kâğıtta neler basıldığıyla ilgilidir.

    Eşeğe altın semer vursan eşektir. Beyaz gelinlik giydirsen de… Kurbağa öküze benzemek istemiş, ciğerlerini hava doldurunca biraz irileşmiş ama sınırı geçince patlayıvermiş. Yalancı çobana herkes inanıyormuş, bir zaman sonra kimse inanmamış artık.

    En çok da doğkunduğumda elimin kaymasını seviyorum. Değişik bir duygu gerçekten.

    Farkı, ciciliği…

Tags: ,

7
Tem

YETER DEMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

1320090707121229.jpg

Yıllardır, yıllardır hayaller kurdum,
Seni anam gibi aradım durdum,
Ey benim sevgilim, ey Ana yurdum,
Nerde benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.


Gövden bir yerde başın bir yerde,
Aramıza inmiş bir demir perde,
Söyle Turan sen nerdesin, ben nerde?
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım     

   Bilmeyen var mıdır Kürşat’ın destanını, uzaydan bile görünen surları 40 kişiyle geçerek binlerce Çinliye kafa tutan Türk delikanlısını… ilk destanlarımız hep bu küçük adamlara karşı zaferlerimizle hayat bulmuş.      Biz büyük ecdadın çocuklarıyız, dünyanın heryerini gezmişiz gezerken de ailemizden bir parçayı orada bırakmışız. Bosna’da, Kosova’da Orta Asya’da olduğu gibi… Biz güçten düşüp kabuğumuza çekilince orada kalan soydaşlarımıza hep zulmedilmek istendi ama hepsinde karşı duran bir Türkiye vardı..  Ne yazık ki unutulmuş bir parçamız mevcuttu; DOĞU TÜRKİSTAN. Hep zulme uğradı, katliama uğradı ama hiç kimse hiçbir şey yapmadı. Soydaşımıza soydaşımız için yapılan zulmü yok saydık, görmezden geldik. Suskunluğumuzdan cesaret alanlar zulmü arttırdı. Yeter artık demenin zamanı gelmedi mi. bu işe birilerinin eğilip dur demesi gerek. Bölgede internet dahil tüm iletişim araçları yasaklanmış durumda, sessiz sedasız bir katliam dünyanın göz kapakları önünde gerçekleşirken birileri göz kapaklarını kaldırıp bu olanları görmeli ve gerekeni yapmalı.

     Uygurlar, Hanlar en az Filistin kadar Bosna kadar önemli bizim için ve en az Azeriler kadar gardaşımız…

 96406.jpg

Sürüler dağılmış, yaylamaz olmuş
Irmaklar kurumuş, çağlamaz olmuş
Ozanlar, Şamanlar söylemez olmuş
Nerede benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Mağripten maşriki soranlar hani?
Çin’i, Viyana’yı soranlar hani?
Üç kıtada dimdik duranlar hani?
Nerede benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.

(Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)

Tags: , , ,

1
Tem

Güzellik ve Çirkinlik Üzerine

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 genkzmyalkadnmdj11.gif

   Güzel…

      Çirkin…

            Nedir güzel ve çirkin?

     Bir gün güzellikle çirkinlik karşılaşmışlar deniz kenarında. Beraber denize girelim demişler; girmiş, yüzmüşler. Ama çirkinlik önce çıkıp güzelliğin elbiselerini giyip kaçmış. Ondan sonra görenler hangisi güzel hangisi çirkin hep karıştırmış. Sadece, güzelliği elbiselerde değil de özde arayanlar bu ayrımı doğru yapabilmiş.

      Güzellik…

            Çirkinlik….

                    Tekrar soralım nedir güzel, nedir çirkin?

    Güzellik gönül işidir. insan gözüyle karar vermeye çalışırsa hep hata yapacaktır.Zira sevgi, aşk göze inmeyecek kadar yücedir. Boya değil altındaki sevilir, elbise değil içindeki beğenilmelidir. Unutmamak gerekir ki boya silinir, elbise eskir… Öz aynı kalır; güzelse güzel, çirkinse çirkin…

   Güzellik…

          Çirkinlik…

                                               Görünmek değil bürünmektir…

Tags: , , ,

11
Nis

SEVEBİLMEK YA DA TAKDİR EDEBİLMEK

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Edebiyat, Genel Güncel

O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..

 NAZIM HİKMET

         Uzun bir yazı yazdım sonra sildim hepsini. Ve sanat anlatsın kendi halini… Siyasi düşüncelerini beğenmesek de Nazım’ın bu şiirini beğenmemek elde mi? “Tahir ile Zühre” okunmadan Nazım bilinebilir mi? Anlatmak ve anlamak istediğim şu: bizim için hiç ara renkler olmadı.Bir kişi, bir nesne ,bir olay ya karadan daha kara ya ana sütü gibi ak… Ama artık bilmek ve anlamak gerektir ;üç boyutlu evrende hiçbir şey tek taraflı değildir.

Tags: , ,

30
Oca

Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla Sevemem

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

82121.jpgYıllar var ki haykırarak söyleyemiyoruz bu dizeleri. Sustuk sustuk sustuk. Osmanlı kaydı gitti avuçlarımızdan, Karabağ da ağladık, Afganistan,Çeçenistan, Irak ,Doğu Türkistan Afrika’nın dört bir yanı… Zulum bitmiyor zalim utanmıyor… Bırakın ses çıkarmayı, yeter artık diye dünyayı inletmeyi bazı zamanlar alkışlamak zorunda bile kaldık.       Gazze de yürekler yandı. Amerika sesini çıkartmadı. BM ciddi bir girişimde bulunmadı. Araplar tarihi tekerrür ettirmekten ileri gitmedi. Ah! bir zamanlar yahudiyi yok olmaktan kurtaran OSMANLI yoktu. Alman zulmündeki Fransa’yı rahata kavuşturmak isteyen KANUNİ yoktu. Yoktu alem-i islamı toplar üstünüze yürürüm diyen Abdulhamid. Sustuk, izledik, yardım götürmek isteyenleri paraları yemekle suçladık sonra tekrar sustuk tekrar yutkunduk ve nihayet unuttuk.        Başbakanımızın verdiği tepkiyle avunadurduk şimdi. Bir zamanlar neler başaran bu necip millet şimdi nelerle avunuyor. Şu şiirin devamında büyük şair “-boğamazsın ki/ hiç olmazsa yanımdan kovarım” diyor. Onu yapmıştı başbakanımız da. Olayı siyasi olarak düşünmemek lazım. Bir millet olmayı bari bu konuda başaralım. Peres’in arayarak özür dilemesi başbakanımızın haklılığını gösterir. Başbakanımıza siyasi parti lideri olarak değil TÜRKİYE CUMHURİYETİ başbakanı sıfatını öne çıkartarak teşekkür ediyorum.video görüntüleri için: http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=176885

Tags: , , ,

11
Oca

Bir Zulm Daha Geçip Gidiyor Gözlerimizin Önünden

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

gazze-2dcocuk1.jpg filistin.jpg

     Dün atımızın üzengisini tutmayı şeref sayanlar bugün ayaklarını sildirmeye kalkıyor. Dün kılıcımızdan yansıyan ışıktan korkan, bugün hıçkırta hıçkırta ağlatıyor bizi.

Ah gemilerle mezalimden kurtardığımız sefiller…

Ahh yediği kaba pisleyen reziller…

Ne “ah” ın faydası var ne “vah”ın. Kahrolsun demekle de kahrolmuyor kahrolası zalimler. Bir kez daha anladık ki bu coğrafya da mazlumun bizden başka dostu yok. Ben bu sözü biraz abartı bulurdum ama eksiği var fazlası yokmuş.  Biz tarihsel misyonumuz itibariyle ;

daha güçlü,

daha inançlı,

daha barışçı,

daha zengin,

tam bağımsız, tamamen milli silahlara sahıp BİR ÜLKE olmalıyız.

Bir zulm daha geçip gidiyor gözlerimizin önünden. Afgan’a yapılana ah ettik . Irak’a yapılana vah ettik. Karabağ’da ciğerimiz yandı . Filistin’de yüreğimiz kanıyor… Sıra kimde bilinmez… Kimseden umut yok. Kimse ümit vermiyor. Ecdad doğru söylemiş:” it itin ayağına basmıyor”. “Dostlar düşmanlarla anlaşıp gitmiş”.

Karanlığa küfretmek yerine bir mum , bir lamba hatta yeniden bir güneş yakmak gerek.

“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.ata88rhfa7.jpg

Biz vadettiklerimizi yapınca doğacak vadettiği günler hakkın, belki yarın belki yarından da yakın…

Tags: , , , ,

16
Ara

SAİM METİN KİMDİR?

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

8952090_0.jpg  

     Tahminen üç hafta önce Saim Metin Bey’in MEHMETİN ŞİİR’İ (bazı kaynaklarda “Seni Seven Mehmet’in” olarak geçmekte) enfes şiirini sizlerle paylaşarak yorumlarınıza açmıştım. Sevinerek belirtmeliyim ki şiir hakkında yorum yapanlar benim düşündüğüm gibi olumlu yaklaşmışlar şiire.

          Sonra toplum olarak sanatkarlara ne kadar az değer verdiğimiz geldi aklıma. Kendime de kızdım şiirini beğendiğin bir kişiye bu kadar kayıtsız nasıl kalırsın diye. Ve başladım SAİM METİN Bey’in hayatını aramaya internetin uçsuz bucaksız sayfalarında. Evet tarih yalnızca ve yalnızca tekerrürden ibaretmiş. Bir büyüğümüzü daha tarihin parlak sayfalarına gömmüşüz. Hayvanların çıkardığı kötü seslere bile yer verilmişken şiirleri -okuyanların büyük kısmı- beğenilen bir şairin hayatına dair bir kaç silik nottan başka birşey yoktu… Yazık… Ayıp… Günah…

         Hı bir resmi vardır umuduyla gezdim o da yoktu. Yalnız bir sitede ikinci el bir kitabının satışı vardı. Üstelik iki lira….

           Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı …

Tags: , , ,

27
Kas

YORUMLAYALIM ARKADAŞLAR

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

d.JPG      Merkez köylerin birisinde kutladık öğretmenler gününü.Orotoryosundan korosuna kadar herşeyi yaptık.İimkanlar ölçüsünde iyi sayılabilecek bir programdı.Ama programın bitiminde emekli öğretmen 6.sınıf öğrencilerinden birisinin okuduğu şiiri alarak kürsüye çıktı.Şiirin kötülüğünden,öğretmenlere hakaret ettiğinden dem vurdu.Çocuğun öz güvenini zedeledi.Bence şiir öğretmeni kötülemekten öte yüceltiyor.Öğrencinin gözündeki değerini ifade ediyor.Lütfen yorumlarınızla fikir beyan edermisiniz. Sizce bu şiir öğretmene hakaret mi ediyor yoksa onun öğrencinin gözündeki değerini mi ifade ediyor.

Okumaya değer bir şiirle baş başa bırakıyorum sizi…images1.jpg

                 Mehmet’in Şiiri 

Sana çiçek getirdim dikkatini çekmek için,her sabah karşıladım;bir gülücük görmek için, selam durdum en önde;

bir günaydın bekledim:

Okan’a gülümsedin; sanki beni görmedin…

Seni sevdim öğretmenim yine de seni sevdim,

bisikletim olsaydı inan sana verirdim…

Sabah kırağıda geldim,

buzda karda hep geldim;

çok üşüdüm öğretmenim üşümüssün demedin…

Didem hastalanmış Didem dedin Şebnem dedin,

Züleyhayı Tolga’yı her fırsatta seversin…

Hasta oldum bilerek,

bunu hiç fark etmedin…

Sevgini kazanmayı bir tek ben beceremedim…

Kapılarda bekledim, tahtayı hep ben sildim;

bazen ayağa kalktım, kimi zaman eğildim,

gözümden yaş aktı bazen,

kendi kendime sildim,

sana yakın olmayı birtek ben beceremedim…

Yedi binlere kadar yazın dedin,

parmaklarım tutuldu yazmaktan vazgeçmedim…

Defterine baktın Aytuğ ile Figen’in,

dokuz yaprak doldurdum ödevimi görmedin…

Şiir verdin Nalan’a, Zühal’in resmini övdün,

Süreyya’ya güven verdin, beni hiç mi sevmedin?

Gücensem de öğretmenim,hiç kızmadım,

renk vermedim:

Arka sıradaki Mehmet; seni seven Mehmet’in…

şiir : saim metin

Tags: ,

27
Kas

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

d.JPG

AKREDİTELEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ

 Akredite basın ,karşımıza ilk önce komutanların bizden değil dediği gazetecileri basın toplantılarına almamalarıyla, İlagel yollarla içeri giren bu bizden olmayan gazetecilerin apar topar dışarı atılmasıyla çıktı. Ve şimdi de Başbakanlığın bazı bizden olmadığını kabul ettiği yazarları “kara listeye” almasıyla alevlendi. İkisi de bu milletin değer verdiği , güvendiği kurumlar. Yani onların bizden değil dediklerine bizden demek hiç birimizin haddi değil.

        Olaya bir de şu açıdan bakmak gerekiyor; kim bu bizden olmayan gazeteler ve bu bizden olmayan hainleri! kim okuyor. Tirajlarıyla bu gazeteler şunlar: askerin kabul etmediği gazeteler;Zaman(765,885),Vakit(53,266),Bugün(40,003)ve Star(101,332) ve Başbakanlığın dışladığı gazeteler;Hürriyet(536,951).Vatan(200,128).Star,Akşam(155,653),Milliyet(253,344)http://www.gazeteturka.com/news_detail.php?id=28878&uniq_id=1227052579.Üşenmedim hesapladım, Türkiye’de gazetelerin toplam tirajı 4,990,562 iki kurumun reddettiği gazetelerin toplam tirajı:2,106,562 yani neredeyse yarısı insaf insaf insaf!!! Sizi komutan yapan da bu millet başbakan yapan da…

     Siz bir milletin yarısının haber alma özgürlüğünü engelliyorsunuz,bunlar bizden değil diyorsunuz. Kusura bakmayın ama buna hiç kimsenin hakkı yok. Başbakanımız her fırsatta demokrasiye vurgu yapıyor,komutanlarımız demokrasi dışına çıkılmayacağının teminatını defalarca verdiler. Eee nedir o zaman bu durum?

     Bir grup dışlanınca alkış tutan medya şimdi dışlanınca kıyameti kopartıyor. Siz de kusura bakmayın efendiler! sizin hakkınızı aramaya herkesin hakkı var sadece sizin yok. Çünkü beğenmediğiniz medya engellenirken siz alkış tutuyordunuz. “Keser döner sap döner/Gün gelir hesap döner” demiş büyükler. Yaşanandan ders alıp menfaatlerimizin değil demokrasinin peşinden koşmak lazım. yorulmadan ,çatlarcasına,çatlayana kadar…

EL ELE DEMOKRASİYE…

27
Kas

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

d.JPG             AĞAÇLARI  SEVİN  ODUNLARI  DA

       İlk hutbesine başlayacak olan genç ;sürekli şaşırdığından, şaşırdığında konuyu toparlayamadığından yakınır. Hocası bir çözüm bulmuş; mikrofona ip bağlanıp aşağı sarkıtılacak talebe hata yapınca hocası ipi hafifçe çekip uyarmış olacak, o da hata yaptığını anlayıp düzeltecekti. İlk Cuma plan başarıyla işlemiş ama ikinci de durumu fark eden başka biri hocanın yerine oturur ve çocuk konuşurken olur olmaz yerde ipi çeker. Rezil olmuş bir durumda hutbeden inen talebe hocasına sorar: Hocam! Neden böyle oldu? Cevap verir hocası ipler … un eline geçti.

     “ Kurtardın Memleketi” başlığıyla yazdığım yazıyı beğenmesine rağmen kaldırmak zorunda olduğunu anlattığında bu olay gelmişti aklıma… Eee ne yapalım dedim ipler kimin elindeyse düdüğü o çalar.

     İstediğim konuda yazamayınca o talebenin suçluluk psikolojisini yaşadım biraz ,sanırım dostumda o hocanın mahcubiyetini yaşamıştır.Ama o koca koca amcalar o …un mutluluğunu yaşamış mıdır bilemem. İnsanları koyun gibi bir yöne itmek , istediğin yöne gitmeyenleri sürüden ayrıldın kurt yesin mantığıyla ademe mahkum etmek hiç çağdaş düşünceye uymamaktadır. Bir fıkrayla devam edeyim;

        Beyaz mı kara mı belli olmayan hocayı Karadeniz’de bir köye at(a)mışlar. Her hutbede ağaçlar güzeldir,böcekleri sevelim tarzı hutbeler verirken Temel bir namaz çıkışı yakalamış hocayı. “Hoca” demiş “sen hiç ahretten bahsetmiyorsun , ölümü anlatmıyorsun”. “Dur anlatayım “,demiş: “sen öleceksin biz seni gömcez sonra otlar yeşerecek , bir inek gelip o otları yiyecek, arkasını dönüp mezarı kirletecek. Bende gelip o dışkıya bakçam ve Temel neydin ne oldun diyecem” demiş.

        Duruma sinirlenen Temel intikam almak için bir hafta sonra “hoca gel ben de sana senin ölümünü anlatayım “ der ve başlar “sen öleceksin biz seni gömcez sonra otlar yeşerecek , bir inek gelip o otları yiyecek, arkasını dönüp mezarı kirletecek. Bende gelip o dışkıya bakçam ve ulaa hoca hiç değişmemişsin , diyecem” demiş.

      İşte böyle bazen insanları yapmacık hallere zorlayınca bu tip komik şeyler çıkıyo. Ama bende Temelin cesareti olmadığı için sonuna kadar dinleyeceğim “ağacı sevin” hutbesini  ve sadece onu dillendireceğim;

    Ağacı sevin hatta odunları da…