Archive for Ekim, 2015

31
Eki

“KİMSENİN HAKKI KİMSEDE KALMAZ”

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Osmanlı şeyhülislâmlarının en bilinenleri İbn Kemal (Kemal Paşazâde Ahmed Şemsüddin Efendi) ve Ebussuud Efendi olsa gerektir. Bu iki büyük âlim, ilim ve faziletleriyle öne çıkmış kimselerdir. İbn Kemal Hazretleri Kanuni döneminde (1526-1534 arasında); Ebussuud Efendi ise  Kanunî ve II. Selim dönemlerinde  (1545-1574 arasında) şeyhülislâmlık yapmışlardır. (1)

İbn Kemal’in atının bastığı yerdeki çamur, Yavuz Sultan Selim Han’ın kaftanına sıçrayınca  padişah, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamurun kendisi için şeref olduğunu söylemiş ve bu çamurlu kaftanın kabrinin üzerine örtülmesini vasiyet etmiştir. Böylece Yavuz Sultan Selim Han büyük bir tevazu örneği gösterdiği gibi, ilme ve âlime verdiği değeri de ortaya koymuştur.
Çeşitli sahalarda ilmî eserler veren İbn Kemal,  aynı zamanda şiirler de kaleme almıştır. İbn Kemâl Hazretleri’nin bende en çok yer eden şiirlerinden biri olan şu dörtlüğü, adaletli olma ve zulümden sakınma hususunda ders niteliğinde bir öğüttür:

Kimseye zulm iden dime sakın
Devletine dayanma dünyânın
Kimsenün hakkı kimsede kalmaz
Müntekım’dir bir adı Mevlâ’nın (2)

Dünyada kendisine imtihan olarak verilen fânî güç ve imkânları başkalarına eziyet vesilesi yapan kişi elbette bu imtihân içinde hüsrandadır. O yüzden böyle kimselere müdahale etmek veya onları uyarmak, gücü yeten kimselerin gücü nisbetinde görevidir. (Elbette, gücü yetmeyen de en azından kalben zulme karşı tavır koymalıdır ki hadis-i şerifte münker karşısında böyle bir tavrın imanın en zayıf noktası olduğu ifade buyuruluyor. Demek ki bundan aşağısı bir mü’min için düşünülemez.) Bir âlim olarak İbn Kemal Hazretleri de zulm eden ve zulme meyleden kimseleri bu veciz kıt’a ile uyarıyor ve Allah’ın güzel isimlerinden birinin “el-Muntekım”  olduğuna dikkat çekiyor. “el-Müntekım , intikam alan, suçluları gerektiği gibi cezalandıran, cezayı da adaleti ile veren, haksızlık etmeyen demektir.” (http://www.esmaulhusna.net/el-muntekim.html)
Bu güzel ve ibretli kıta, aslında  herkesi bir nefis muhasebesine davet ediyor. Bu noktada insan nefsine güvenmemeli, onun şerrinden Allah’a sığınmalıdır. Dünyadaki saadet ve güç geçicidir; insana imtihan için verilmiştir. Bununla gururlanmamalı, aksine bunu iyilik yapma fırsatı olarak değerlendirmelidir. Yoksa, Allah muhafaza, elde edilen imkân kişiyi gururlanmaya, kendini başkalarından üstün görmeye ve hak hukuk tanımamaya götürüyorsa bu kişi, kaybetmenin eşiğinde bir zâlim hâline gelmiştir.  Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah ona mühlet vermekte, hâlini düzeltmesi için fırsat sunmaktadır. Lâkin yine de ıslah olmayıp zulmünde ısrar üstüne ısrarla ileri giden zalimlerin iflah olmadığı, (meselenin uhrevî yönü ayrıca olmak üzere) cezalarını daha dünyada buldukları, başta Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan kıssalarda olmak üzere, pek çok tarihî hâdisede müşahade edilmektedir.  Allah, hepimizi böyle kötü akıbetten korusun. Zulmetmekten de zulme uğramaktan da Allah’a sığınıyoruz.
Ebussuud Efendi de, İbn Kemal kadar olmasa da, şiir yazan bir âlimdir. Padişahın kendisine sorduğu suale verdiği nükte ve ibret dolu bir beyti ise inşaallah bir sonraki yazımıza mevzu edinelim.

Atıflar:
(1) Şeyhülislam Şairler, Ali Fuat Bilkan, Yusuf Çetindağ, Hece Yayınları, 2006.
(2) Şeyhülislam Kemalpaşazade, M.A.Yekta Saraç, Şule Yayınları (arka kapaktaki şiir)

Fahri Kaplan , Biga Doğuş BİGA, Ekim/Kasım (?) 2014
fkaplan@lafistan.com

16
Eki

“Düş Bahçeleri”nden Şiire

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Sözler yarım kaldı, şiirler eksik.

       Sezen Aksu, 2006 yılında yayımladığı ve kendi yazdığı şarkı sözlerinden oluşan kitaba “Eksik Şiir” adını vermişti. Bugün yazılan ve gittikçe şiir olmaktan uzaklaşan, dolayısıyla eksilen, pek çok “şiir”in yanında, kanaatimce Sezen Aksu’nun şarkı sözleri -önemli bir kısmı itibarıyla- güzel bir şiirdir de. “Gidemem” şarkısında yer alan şu sözlerin ifade ettiğini bugünlerde yazılan kaç şiir bu ölçüde duyurabiliyor:

“Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir.
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” (Sezen Aksu, Eksik Şiir, sayfa 211)

          Sezen Aksu’nun iki albümüne isim kaynağı olan “Düş Bahçeleri”nin girişindeki sözler, ne kadar zengin ve güzel bir bahçeye giriş yaptığımızı bize hissettirir:

“Yürüyorum düş bahçelerinde
Gördüm, düşümden büyük bahçe yok
Yüreğimin kuşları konmuş telgrafın tellerine
Neşesi gurbet selamlarından çok” (aynı eser [a.e.], sayfa 29)

        Realitenin -ufku çoğu kez sınırlayan- dünyasından, düş bahçelerinin geniş iklimine geçiş… Böyle bir geçişle gönül kuşunun pır pır edişi, telgrafın tellerine konarcasına neşelenişi. Öyle bir neşe ki gurbet selâmlarının bile ötesinde. Gurbette alınan selâm ve gurbette verilen selâm, her günün alışkanlığının ne denli ötesindedir. İşte onun da ötesinde bir neşenin yaşandığı düş bahçesi…

İkinci bölümde, “düş bahçeleri”nin seher vaktidir:

“Duruyorum vaktin seherinde
Değiştirdim takvimleri, gece yok” (a.e., s.29)

        Seher vakti, kendine has bereketi, dinginliği ve tatlılığı ile, vaktin kıymetini bilenlere, sabâ yelinin içten içe işleyen esintisini sunar. O yüzden olsa gerek vaktin seherinde durulmuş. Gecesi olmayan günlerle takvimler aydınlanmış. Gecenin ayrı bir derinliği, ayrı bir sükûneti olmakla beraber burada onu bir istiare malzemesi olarak karanlığın temsili, seheri de aydınlığın temsili olarak düşünmekte sakınca yok sanırım. Böyle bir aydınlık düş bahçesinde yüreğin kuşları telgrafın tellerine de konar, oradan pervâz ederek yeni dünyalara da yelken açar, bunda şaşılacak ne var!

        Şiir tadında sözlerin olduğu bir düş bahçesinde seyahat, şimdilik bu kadar olsun. Sezen Aksu’nun düşüne, kalemine, sezgisine sağlık temennisiyle… Allah, onun da hepimizin de diline ve kalemine güzel sözler beyan ettirsin.


Sözlerin yer aldığı eser: Sezen Aksu, Eksik Şiir, Metis Yayınları, Aralık 2006, İstanbul.

Fahri Kaplan

kaplanfahri@gmail.com

 “Biga Doğuş BİGA”, Eylül 2014

Tags: , ,

9
Eki

“Bir Hoş Sadâ” : Bâkî Şiirinde Seyahat

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

Osmanlı’da yetişen büyük şâirlerin başında “Sultânü’ş-Şu’arâ” (Şâirler Sultanı) unvanlı Bâkî (vefatı h.1008/ m.1600) gelir. Asıl ismi Mahmud Abdülbâkî olan Bâkî Efendi, şiirlerinde İstanbul Türkçesi’ni engin tadıyla kullanmanın yanında bir medeniyetin ihtişamlı sesini mısra‘larına nakşetmiştir. Bir şâheser olan Bâkî Dîvânı’nda kasideler de gazeller de türünün zirve örnekleri mâhiyetindedir. Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın -rahmetullahi aleyh- vefatı üzerine yazdığı mersiye de edebiyatımızda bu türde yazılan en iyi şiir olsa gerek.

Dilerseniz, Şâirler Sultânı Bâkî’nin şiir ikliminde bir kaç beyitlik bir seyahate çıkalım:

Ezelden şâh-ı aşkın bende-i fermânıyız cânâ
Mahabbet mülkinün sultân-ı ‘âlî-şânıyuz cânâ
(…)
Zamâne bizde gevher sezdügiçün dil-hırâş eyler
Anun’çün bagrumuz hûndur ma’ârif kânıyuz cânâ

“Ey can (sevgili)! Biz ezelden beri aşk şâhının fermânının kölesiyiz; sevgi ülkesinin yüce şanlı sultânıyız. Zamâne bizde cevher sezdiği için gönlümüzü hırpalar; onun için bağrımız kandır, biz ma’rifet kaynağıyız.”

Bu mısra‘lar kölelikle sultanlığı birleştiren ma’rifet cevherine sahip bir gönlün engin âleminin vasf edildiği sözleri taşır. Bâkî’nin bir başka gazeli de şu mısralarla başlar:

Yârdan cevr ü cefâ lutf u kerem gibi gelür
Gayrdan mihr ü vefâ derd ü elem gibi gelür

“Sevgiliden (gelen) sıkıntı ve eziyet, lütuf ve cömertlik gibi gelir. Başkasından (gelen) sevgi ve vefâ, dert ve elem gibi gelir.”

Her ne kadar, yer yer elemin yoğunlaştığı mısra‘larına şâhid olsak da Bâkî’nin şiiri, Fuzûlî’ninki gibi derin ızdırablarla örülmüş bir şiir değildir. Onun şiirinden safâ bulmak, hoşça bir tad alarak şenlenmek çoğu zaman mümkün olur:

Nükte-i mihr ü mahabbetdür ser-â-ser Bâkıyâ
Bulmaya aşk ehli eglence eş’ârun gibi

“Ey Bâkî! (Şiirin) Baştan başa sevgi ve muhabbet nüktesidir; (bu yüzden) aşk ehli şiirlerin gibi (bir) eğlence bulmaya!”

Yerinde durmayan, kararı olmayan bu dünya işleri, şair için, sevinmeye ve üzülmeye değmez:

Devlet-i dünyâ içün hergiz ne gam-gîn ol ne şâd
Ber-karâr olmaz bilürsin hâl-i âlem ey gönül

“Dünyâ saadeti için ne gam çek ne de sevin! Ey gönül, bilirsin âlemin hâli kararında olmaz (yerinde durmaz).”

Gül ile bülbül şiirimizde sevilen ve seveni temsil etmesi bakımından çokça işlenmiştir ve en zarîf işlendiği beyitlerden biri de Bâkî’nin şu mısrâlarıdır:

Gül gülse dâim ağlasa bülbül ‘aceb degül
Zîrâ kimine ağla demişler âlemde kimine gül

           Bâkî’nin güzel beytlerinden belki kitaplarca bahs açılabilir ve her beytte ayrı bir tad yakalanabilir. Bu yazıda sadece o şiir ummânından bir kaç damlayı eksik ifadelerimizle sunmaya çalıştık. Bâkî, neredeyse atasözü hâline gelmiş mısrâında ifade ettiği gibi “kubbede bir hoş sadâ” bıraktı. Allah rahmet eylesin!

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

“Sesini bu aleme Hazreti Dâvûd aleyhisselâm gibi sal. Bu kubbede bâkî kalan bir hoş sadâ imiş.”

Kaynaklar:
Bâkî Dîvânı, Hazırlayan: Dr. Sabahattin Küçük, TDK Yayınları , Ankara 1994
Sabahattin Küçük, Bâkî ve Dîvân’ından Seçmeler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.


 

Yazının ilk yayım yeri: “Biga Doğuş BİGA”, Ağustos 2014.

Fahri KAPLAN

fkaplan@lafistan.com

Tags: , , ,

5
Eki

BEYİTLER DÜNYASINDA/ FUZÛLÎ

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

   Klâsik şiirimizin (buna bugün divan edebiyatı da denmektedir.) birbirinden güzel beyitleri arasında seyahat etmek insana ayrı bir tad verir. Bugün bu şiirle aramızda dil problemi olduğu düşünülse de esasen bu şiirin alemine biraz girdikten sonra bunun hiç de aşılamayacak bir mesele olmadığı görülecektir. Zira o şairlerin yazdığı dil de Türkçe’dir. Edebi bir dildir, şiir dilidir, bu sebebden kendini okudukça açması; anlamak, özümsemek, tat almak için ilgi, sevgi ve çaba gerektirmesi tabiidir. Ben bu yazıda ve önümüzdeki bazı yazılarda -inşaallah- eski(meyen) şiirimizin bazı müstesna beyitleri arasında bir yolculuk yapmak istiyorum. Bu yazıda da Fuzûlî’nin yazdığı bir kaç müstesna beyitle hem-hâl olmak niyetindeyim. Eğer bu seyahate ben de varım diyorsanız, buyurunuz efendim!

Kadîm şiirimizin en büyük üstâdlarından biri Fuzûlî’dir. Su Kasidesi en ünlü şiirilerinden olup gazelleri de mânâ derinlikleriyle örülü bir aşk ve ızdırap namesidir.”Ya Rab” redifli gazelinin bir beytinde şöyle der üstâd:
Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin
Çıkan olsun dil-i mecruh peykân olmasın ya Rab
 
“O servi boylu sevgilinin attığı oku, tenimden çekip çıkarmak istesler, Ya Rab, yaralı gönlüm yerinden çıksın da, çıkan o ok olmasın!”
Sevgilinin yan bakışı (gamze) aşığın gönlüne saplanan keskin bir oktur. Fuzûlî, bu ok sevgiliden geldiği için öyle hoşnut ki bu oktan, o yüzden yaralı gönlüm, canım yerinden çıksın ama o ok çıkmasın diye niyazda bulunuyor.
Yine benzer bir duygu ve düşünce ile Fuzûlî şöyle diyor:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helâkim zehri dermânındaır
“Ey tabib (doktor), Aşk derdiyle hoşum ilacımdan el çek! El çek zira beni helâk edecek, (mahvedip öldürecek) zehir, senin derman dediğin şeydedir.”
 
Bu beyitler, öyle beyitler ki insan yorum yaparak onların mânâ dünyasını daraltmak istemiyor. O yüzden biz de yeni beyte geçelim: 
Âlem oldu şâd senden ben esîr-i gam henüz
Âlem etti terk-i gam bende gam-ı âlem henüz
“Âlem senden şad oldu (mutlu oldu, sevindi) bense henüz senin gamının esiriyim. Alem gamı terk etti bende ise henüz âlemin gamı var.”
Cümle alem sevgilinin yüzü suyuna gamı terk etmiş ama şairin başında âlem kadar gam var! 335*** Şimdi böyle bir gamı çektiğini söyleyen şairin kendi aşkını Mecnûn ile kıyaslaması şaşılacak şey midir:
 
Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık- sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var
 
Bende Mecnun’dan fazla âşıklık kabiliyeti var. Doğru, gerçek âşık benim, Mecnun’un ancak adı var.
 
Aşkı ile dillere destan Mecnûn ile kendini kıyaslarken şair kendisinin gerçek âşık, Mecnûn’un ise sadece adı olduğunu söylüyor. Mecnun’un adı var ifadesi, hem “Mecnun’un adı çıkmış bir kere” şeklinde anlaşılabileceği gibi, hem de “Mecnûn artık dünyadan göç etti, sadece adı kaldı, ben ise bugün burada hakîkî bir aşığım” şeklinde de anlaşılabilir. Peki Fuzûlî’ye göre sadık bir aşık nasıl olmalı. Sanırım bunun cevabı şu beyitte mevcut:
Canı kim ki cananı için sever cânânın sever
Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever
 
“Canı kim ki sevdiği için seviyorsa aslında o sevgiliyi sever. Kim de kendi canı için sevdiğini seviyorsa o aslında kendi canını sever.”
Ve aynı “var” redifli gazelinden (bir üstteki beyitle başlayan gazel) Fuzûlî’nin ızdırabını parmak ısırtacak derecede anlattığı bir beyit:
Öyle bed-hâlem ki ahvâlim görende şâd olur
Her kimin kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var
 
“Öyle kötü haldeyim ki her kimin zamanın sıkıntılarından üzülen bir gönlü varsa beni görünce mutlu olur”
 
Şairi görünce şâd olur, zira bunun çektiği ızdırabın yanında benimki iç bir şey değilmiş deyip rahatlar. 
Fuzûlî’nin ızdırap yüklü şiirlerinin vadisindense şöyle sevinç yüklü şiirler aramakta iseniz sizlere Sezen Aksu’nun şu sözlerini hatırlatmak isterim:
“Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.” 
‘Acıdan geçmeyen şarkılar eksik’, belki şiirler de!
__________Kaynak: Fuzûlî Divanı, Hazırlayanlar: Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Doç.Dr. Sedit Yüksel, Dr. Müjgan Cunbur, Akçağ Yayınları, Ankara 2000.


Yazının ilk yayım yeri: Biga Doğuş BİGA, Haziran 2014


Fahri Kaplan
fkaplan@lafistan.com

Tags: , ,