Archive for Temmuz, 2009

23
Tem

Milâttan Sonra 24

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

  Bugün tamı tamına yirmidört yaşındayım

  Belki orta, belki son, belki de başındayım

  Hayatın; ne fark eder, ne dünün kaygısında

  Ne de yarın gelecek günün telaşındayım.

  Ânın çocuğu olmak meşrebimdir ezelden.

  Bir şiirden vazgeçmez gönül, bir de güzelden. 

    

Tags: ,

22
Tem

Vedat Okyar İşte Öyle Bir Kartaldı

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Genel Güncel, Spor

 

   Beşiktaşlıyım. Beşiktaşlı olmakla da hep gurur duydum. Her taraftar, tuttuğu takımın çeşitli vasıflarıyla  gurur duyar. Kimisi başarıyla övünür, kimisi parayla. Kimisi de bunların çok üstünde değerler arar ki, Yıldırım Demirören’in sık sık bahsettiği ama uygulayamadığı “Beşiktaşlılık duruşu” kavramı bu önemli değerleri içermektedir. Bu duruşu Süleyman Seba’da görmüştük. Bu duruşu Ertuğrul Sağlam’da gördük. İstifa konuşması futbolun gökkubbesine bırakılan bir hoş sadâydı. Bu konuşma, “adam gibi bir adam”ın içindeki geniş, derin ve güzel dünyayı dışa çıkarmış ; bu vasıfların kıymetini bilenlerin kalbini fethetmişti.

   Bu duruşun sahiplerinden biri aramızdan ayrıldı geçen gün. Vedat Okyar hem kişiliği hem futolculuğu hem de Beşiktaşlılığıyla unutulmazlar arasında yerini aldı. Onu sadece Beşiktaşlılar değil, bütün futbolseverler sevgi ve saygıyla anacaklar.

   Şu hadise karşısında tüyleri diken diken olmayacak Beşiktaşlı, bırakın Beşiktaşlıyı futbolsever var mıdır:

   Bir maçta tartışmalı bir pozisyonun ardından hakem Vedat Okyar’a “Tekme attın mı?” diye sorar. O da “Evet” cevabını vererek sahayı terketmek zorunda kalır. Vedat Okyar bu olayı “Hakeme Beşiktaş formasıyla yalan mı söyleyecektim utanmadan?” diyerek açıklar.

   Beşiktaş formasının asaletini, kıymetini bilenlerdendi Vedat Okyar. O formayı taşımak nedir iliklerine kadar hissediyordu. “Beşiktaşlılık”ın başarının ve paranın önüne doğruluğu, sadakati, tutkuyu, aşkı, vefayı geçirebilmeyi gerektirdiğini; diğerleri sonra geldiğini biliyordu.

   Süleyman Seba, Ertuğrul Sağlam, Vedat Okyar, Sanlı Kaptan ve diğerleri… Sizler binbir kire bulanmış  futbol dünyasında Beşiktaş’ın beyazı kadar beyaz, siyahı kadar asil bir duruşu: “Beşiktaşlılık duruşu”nu her yönüyle gösteren müstesna şahsiyetler! Kalbinin pompaladığı kan siyah beyaz olan büyük taraftar sizleri unutmuyor, unutamaz, unutmayacak.

   

   Şanlı Beşiktaşım! Sana lâyık olanlar yönetmeli seni. Seni sen yapan değerleri bilenler yönetmeli. Bu taraftarın çifte kupadan çok öte şeyler beklediğini bilenler yönetmeli.  

     “Önce müslümanım sonra elhamdülillah Beşiktaşlıyım” diyen Vedat abi; güzel insan, büyük Beşiktaşlı! Allah kabrini nurla doldursun, seni orada da Beşiktaşı’tan ayırmasın. Ölümle yaşamı ayıran çizginin siyahla beyazı ayıramadığı yerde rûhun şâd, mekânın cennet olsun!

Tags: , ,

15
Tem

2009 – 2010 Sezonunda Hangi Lig Hangi Kanalda?

   Yazar: Metin Topçu    Kategori Spor, Televizyon

   Son yıllarda futbol severler Avrupa’nın belli başlı liglerini izleyebiliyor, dünya markası takımların üst düzey oyunlarıyla futboldan daha çok zevk alabiliyorlar.

   Yeni sezonda da kanallar Avrupa’nın belli başlı liglerini yayınlamak için şimdiden harekete geçti, anlaşmalar yaptı. Beş büyük ligin önümüzdeki sezon hangi kanallarda yayınlanacağı belli oldu. Turkcell Süper Lig ise ocak ayına kadar Lig TV’de olacak. (Ocak ayındaki ihaleyle el değiştirebilir) 

  İşte ligler ve yayınlanacağı kanallar:

   La Liga (İspanya) : NTV – NTV Spor

   Premier Lig (İngiltere): Spor Max (Digitürk)

   Bundesliga (Almanya): TRT

   Serie A (İtalya) : ? (Müjde! NTV Spor Serie A’yı aldı.)

   Fransa : Kanal A

  

Tags: , , , , , ,

13
Tem

Eskimeyen Sözler

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

   Ne eski olsun şiir ne yeni… Bana eskimeyen sözler lâzım. Bugün eski denilen şiirde eskimeyen o kadar söz var ki! Bu yüzden ben onu eski değil, eskimeyen şiir olarak görüyorum. Zaten klâsiklerin hususiyeti budur. Her şeyi yıpratan zaman cellâdı onları öldüremez. Bâkî’nin dediği gibi: “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ”dır. Her asrın okuyucusu böyle sözlerde kendi rûhunun mânâsını bulur. Her devir o sözleri yeniden okur; ona yeni duyuşlar, yeni anlamlar yükler. Bununla birlikte onların özü aynı kalır.

   İşte eskimeyen sözlerden bazıları:

   —

   Gel gör beni aşk neyledi (Yunus Emre)

***

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz (Mâhir)

***

Cânımı isterse cânân minnet cânıma

Bir can nedir ki fedâ etmeyeyim cânânıma  (Fuzûlî)

***

Hep seninçündür benim dünyâ cefâsın çektiğim

Yoksa ömrüm varı neylerim sensiz dünyâyı ben  (Bâkî)

***

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi (Muhibbî  -Kanunî Sultan Süleyman- )

***

Derdim nice bir sînede pinhân ederim ben

Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben (Nef’î)

***

Su uyur düşman uyur hasta-i hicrân uyumaz (Şeyh Gâlib)

***

Ayağın sakınarak basma aman sultânım

Dökülen mey, kırılan şişe-i rindân olsun (Nedîm)

***

   Klâsik şiirimiz hakkında ileri geri konuşan nâdânların gözünü açması, yüreğinde bir kıvılcım tutuşturabilmesi dileğiyle… Ama önce önyargıları çöpe atmak gerek. Atomu parçalamaktan zor olsa da yapılamayacak iş değildir.

Tags: , ,

10
Tem

İngiltere’de İlk İki Günüm (Dil Kursu)

   Yazar: ?brahim ARSLAN    Kategori Genel Güncel

    londra

Uzun zamandır bloğa yazı yazmayalı aklımda olanları bile toplamakta zorlanır olmuşum. Neyse millet, İngiltere’ye dil kursuna gelişimi ve burada geçen 2 günümdeki maceraları bu yazımda sizinle paylaşacağım, umarım birçok kişi için gitmeden önce az da olsa yardımcı bilgi çıkar. Çünkü kendim gelmeden önce bir çok yeri okuyup korku ve heyecanımı bu şekilde atmıştım.

Yaz dönemini daha iyi bir şekilde değerlendirmek için bir senedir aklımda yurtdışında İngilizce dil eğitimi alma fikri vardı. Çünkü daha önceleri gitmiş olduğum kurslarda pek bir mesafe kaydedememiştim. (Mesafe kaydedememin sebebi de tabi birazda benden kaynaklanıyor. Pek çalışmıyordum, ve pratik yapacak bir konuşma ortamım yoktu.) Sene sonuna 2 ay kala başladım internette sorup soruşturmaya. Tabi ilk günler seçmek için pek bir bilgim de olmadığından hergün bir başka ülkeye gitmeye karar veriyorum. Sırasıyla söyleyecek olursam Güney Afrika (Cape Town), Kanada, Yeni zellanda derken en sonunda forumları iyice talan edip dedimki ben İngilizceyi öğrenicem o zaman en duru en güzel İngilizce İngiltere’de ben de o halde İngiltereye gitmeliyim dedim. Sonrasında artık gözümü diğer ülkelere kapatıp okul seçimine başladım bunda da yaklaşık 2 hafta karar vermek için bir o okul bir bu okul derken kendi huy, hareketlerime ve bütçeme bakarak Soutbourne School of English’e gitmeye karar verdim. Sonrasında okuldan gelen evrakları al, pasaport başvurusu vs. derken 12 gün sonra pasaportumun çıktığını öğrendim ve hemen bir sonraki haftadaki kura başlamak için cuma gününden bilet aldım. (Normalde cumartesi günü gidecektim ama o gün yoğunluktan dolayı ucak biletinin (gidiş geliş) 1.200 lira olduğunu görünce cumadan 562 liraya Londra Heathrow’a  saat:8:00 a Türk hava yollarından bilet aldım.) Neyse bir gün öncesinden İstanbula dayımlara gidip bir akşam onlarda kaldım. Ertesi sabah (sağ olasın) dayım beni (Atatürk Hava Limanı) havalimanına götürdü ve bana yardımcı oldu. Bilet kontrolüne gittiğimizde havaalanındaki görevli nereye gidiyorsun, niye gidiyorsun, valizini kimle hazırladım, birine ait eşya varmı gibisinden başlayınca, sorular her ne kadar güvenlik amaçlı da olsa biraz tırstım.  Ayrıca sadece benim pasaportumu alıp sorgulamak için gidince görevliye biraz canım sıkıldı, neyse ki sonra sorunsuz bir şekilde kontrolden geçip vedalaştıktan sonra serbest bölgeye geçip ilerlemeye başladım. Ardından saat 8’e çeyrek kala uçağın içine alınmaya başladık, koltuğuma geçtiğimde yan tarafımdakilerden birinin “Dil kursu mu kardeş?” sözünü duyunca  hemen heyecanım yatışmaya başladı, kendi kendime he işte yav ne heyecanlanıyorsun herkes gidiyor dedim. Sonra biraz muhabbetten sonra kaynaştık. Yolculuk sırasında, ilk havayolu yolculuğum da olduğundan, bulunduğum cam kenarından aşağıları seyrettim ve bir süre de oyun oynayarak vakit geçirdim. Sonrasında Heathrow Havalimanına geldiğimizde hava İstanbul’daki gibi değil, bulutluylu. Yanımdakilerden Melih “Burası hergün yağmurlu” deyince biraz içim sıkıldı ama ne de olsa dil kursuna geldik tatile gelmedik ya dedim. Sonrasında havaalanında uçak yolcuları indirmek için yaklaşık 20-25 dk bekleyince biraz canımız sıkıldı. Tabi ilk gidişim olduğundan içimden bu adamlar bize gıcık erken izin vermiyorlar diyesim geldi. Neyse ki sonrasında İngiltere toprağına ayak bastık. Bende tekrar heyecan başladı pasaport görevlisine ya doğru düzgün cevap veremezsem falan filan. Elimdeki sözlükten (istanbuldaki sorulan sorulara benzer sorular sorarlar demişlerdi) bilmediğim kelimelere bakarak yol alıyorum. Sonrasında sıraya geçip sıra sıra boşalan veznelere geçiyoruz. 2. sıradaki orta üzeri yaşlı bayanın yanına gidenlerin biraz fazla soruya muhatap kaldıklarını gördüm ben de tabi içimden inşallah şunda sıra gelmez diye artık içimden sayıklıyorum, ve herşey istediğim gibi olup şeker mi şeker 30-40 yaşlarında güler yüzlü bir adamın yanına gitim, bana  -kaç ay dedi, iki buçuk nasıl diyeceğimi bilemediğim için bende biraz heyecanlanarak on weeks dedim ikincisinde düzelterek ten weeks dedim neyseki halimi anlayıp gülümsedi. “Öğrenci mi?” dedi, “Yes” falan derken arada birşeyler de söylendi ama pek anlamasam da sonunda posaportu uzatı ve valiz kısmına geçtim. Aslında sonrasında ya niye heyecanlanıyorsunki diye kızdım kendime, ama Atatürk Havalimanı’nda bunca soru sorarlarsa İngiltere’de de ne sormaz diyerek kendimi korkutmuşum. Neyseki sonrarasında ucaktaki arkadaşlarla vedalaştım ve kendime havalanından bir Türk’ün de yardımıyla telefon hattı aldım, ve bir günlük konaklamak için gelmeden önce adresini aldığım Londra’daki adrese telefon ettim. Aradığım kişi Türk olduğu için kolayca hangi trene hangi otobüse bineceğimin tarifini alıp, yola koyuldum. (Şunu da belirmeliyim ki eğer Türkiye’den Londra’ya  geliyorsanız elinize bir tane harita alın az çok da okuma yazmanız varsa burada kaybolmanız mümkün değil.) Trenden indikten sonra bulunduğum yerdeki duraktan bilet makinasına madeni para atıp bir binişlik kart alacaktım ama yanımda demir para olmadığı için, “Acaba otobüste kabul etmezler mi?” diye düşünüp bir sorayım dedim. Neyseki otobüs geldi şöför siyahi biriydi içeri girdiğimde 5 paundu uzattım tam ben binerken arkamda da tekerlekli sandalyeli bir başka siyahi bir adam otobüse binmeye çalışıyordu bana sanki geç der gibi bir işaretle birşeyler söyledi çünkü o an binmeye çalışan o adamla çok kısa bir diyolog kurdu. Şöförlerin de kilitli otobüs mahallinden çıkmaları burada yasak olduğu için arkamı döndüğümde bana birşeyler söylemeye çalışan adamı halinden anlayıp tekerlekli sandalyesinden iterek otobüse geçirdim ve sonrasında belirtilen yere gelip indim.

Söyleyeceğim şudur ki, ben kırık dökük İngilizcemle biraz da maceralı bir şekilde kolayca gelmişsem, artık gerisini siz düşünün, yukarıdaki yazıyı daha heyecanlı kılmak için sözcükleri günlük konuşma dilimle yazdım, umarım okurken sizin heyecanınızı daha çabuk yatıştıracaktır. Ama şunuda söylemeliyimki her ne kadar İngilizceyi Türkiye’de halletseniz de değişik bir ülke, kültür görmek size iyi şeyler katacaktır derim. Eğer gelecekseniz valizinizi hazırlayın, gerisini düşünmeyin. Nasıl olsa bulursunuz gideceğiniz yeri.

Hadi kalın sağlıcakla. (Zaman bulabilirsem size yazarım buralardan.)

İbrahim ARSLAN

ÇANAKKALE / Biga

ibrahim arslan

Tags: , , ,

10
Tem

Hâşim’in ‘Piyâle’si

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

 

   Piyâle, Ahmet Hâşim’in iki şiir kitabından biridir (diğer şiir kitabı “Göl Saatleri” ismini taşıyor). Ahmet Hâşim’in bu kitabı bize saf şiirin birbirinden güzel örneklerini sunan, hayâlle melâlin içiçe geçtiği, Hâşimâne duyuşların en müessir şekilde sunulduğu bir kitaptır. Hatta bir kitaptan da öte, bizi sarhoş edecek bir içki kadehidir. Zaten piyâle de kadeh demektir.

    Hâşim’in Piyâlesi bildiğimiz kadehlerden midir? Yoksa başka türlü içkiler taşıyan, insanı özge bir duyarlılığa sürükleyen bir iksir midir? Bu “Piyâle” nasıl bir şeydir? Bunun cevabını en iyi Hâşim’in kendisi veriyor. “Piyâle” sine mukaddime olarak yazdığı enfes şiir, bu kadehin keyfiyetiyle ilgili bizde sonsuz çağrışımlar oluşturuyor. İşte o şiir:

    Zannetme ki güldür, ne de lâle
    Âteş doludur, tutma yanarsın
    Karşında şu gülgûn piyâle…

    İçmişti Fuzuli bu alevden,
    Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn
    Şi’rin sana anlattığı hâle…

    Yanmakta bu sâgardan içenler,
    Doldurmuş anunçün şeb-i aşkı
    Baştanbaşa efgân ile nâle…

    Âteş doludur, tutma yanarsın
    Karşında şu gülgûn piyâle!..

    Bu enfes şiirden anlıyoruz ki bu piyale, insanın eğleneceği bir nesne değil; çeşitli duyguların -en başta da aşk hissinin- insanın içinde meydana getirdiği kıvılcımlar, tutuşturduğu ateşler sonucunda kırmızı bir renge bürünmüş, hayâlî ve melâlî bir şarabın kadehidir. Yakıcıdır o yüzden. Bu amansız ateşe bir dalan, bir daha kolay kurtaramaz kendini. Kurtarmak da istemez. Gönüller bu melâle düştüyse geri dönmek mümkün değildir. İşte piyâleden bir yakıcı dörtlük daha:

    Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek
    Düştüyse gönüller bu melâle?
    Bir eldir ufuklardan uzanmış
    Zulmet bizi çekmekte visale…

    Piyâle ne kadar yaksa da okumak gerek. Unutmayalım: Yanmayan pişemez, ham kalır.

 

                                                                                        Fahri Kaplan

 

Tags: , , , , ,

9
Tem

Lâfistan’ın Hızlı Yükselişi

   Yazar: Metin Topçu    Kategori Genel Güncel, Web Bilgisi

 

   24 Ocak 2008’de yayın hayatına başlayan sitemiz, ortaya çıktığı ilk günlerde ulaşabildiğimiz bir kaç kişinin arasıra uğradığı bir blogdu. Gün geçtikçe artan ve yenilenen yazar kadrosu, çeşitli alanlarda siz okurlarımızla duygu ve düşüncelerini paylaştı. Bu paylaşımlara sanal âlem okuyucusunun kayıtsız kalmaması bizi işimizi daha iyi yapmaya sevketti, sevketmeye de devam ediyor. Sizlerle beraber Lâfistan ailesi de büyüyor.

   Sanal âlemdeki sitelerin sıralamalarını veren “Alexa” adlı sitede Lâfistan’ın son 1 ayda katettiği mesafe açıkça görülüyor.  Dünyadaki bütün web siteleri arasında yapılan değerlendirmede 1 ay önce 3.771.451’inci sırada yer alan sitemiz, 1 ay içinde 1.786.151inci sıraya kadar yükseldi. Tabii ki sıralamadaki bu yerin böyle bir site için oldukça yetersiz olduğunu biliyoruz. Ancak unutulmamalı ki Lâfistan, henüz emekleyen bir çocuk. İnşallah sizlerin de desteğiyle ayağa kalkacak, yürüyecek, koşacak ve Türkiye’nin en önde gelen bloglarından biri olacak. Biz bunun için yola çıktık.  İnşallah nitelikli yazar kadromuz her geçen gün daha çok kişiye ulaşarak okuyucuların ilgiyle takip ettiği isimler olacak.

   Sıfırdan başladık, büyüyoruz sizlerle beraber.

Tags: , , ,

8
Tem

Bırak Dağınık Kalsın

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

 

    Yazacağım, toparlayacağım, bütünlüklü yapılar kuracağım diye niye uğraşırız ki? Madem kemiği yok dilin, bırak sözler dağınık kalsın.

    Yazmasına yazdık da geriye ne kaldı bu yazılanlardan? Taşabildik mi, çağlayabildik mi? Bir gül solunca bülbülle beraber ağlayabildik mi? Ayrılık acısı karşısında içimizi dağlayabildik mi? Eğer yapamadıysak niye edilir ki bunca kelâm? Aklı doyurmak için mi? En hassas duyguların rafinesinde damıtılmadıktan sonra akıl aradığını sunabilir mi insana? İnsan, zihinden müteşekkil bir makine midir? Eğer öyleyse bu bilgisayar daha mı değerlidir bizden? Bilgiye verilen değerin zekâtı ilgiden esirgenirse tabiatın oluşan boşluğu kaldırma kuvveti kaçtır? Haydi yüce akıl, hesaplasana!

    Madem somut bir şekli yok aklın, bırak düşünceler dağınık kalsın! İster dağıtırım, ister satarım. Akıl benim kime ne!

 

                                                                                            Fahri Kaplan

Tags: , ,

7
Tem

YETER DEMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

1320090707121229.jpg

Yıllardır, yıllardır hayaller kurdum,
Seni anam gibi aradım durdum,
Ey benim sevgilim, ey Ana yurdum,
Nerde benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.


Gövden bir yerde başın bir yerde,
Aramıza inmiş bir demir perde,
Söyle Turan sen nerdesin, ben nerde?
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım     

   Bilmeyen var mıdır Kürşat’ın destanını, uzaydan bile görünen surları 40 kişiyle geçerek binlerce Çinliye kafa tutan Türk delikanlısını… ilk destanlarımız hep bu küçük adamlara karşı zaferlerimizle hayat bulmuş.      Biz büyük ecdadın çocuklarıyız, dünyanın heryerini gezmişiz gezerken de ailemizden bir parçayı orada bırakmışız. Bosna’da, Kosova’da Orta Asya’da olduğu gibi… Biz güçten düşüp kabuğumuza çekilince orada kalan soydaşlarımıza hep zulmedilmek istendi ama hepsinde karşı duran bir Türkiye vardı..  Ne yazık ki unutulmuş bir parçamız mevcuttu; DOĞU TÜRKİSTAN. Hep zulme uğradı, katliama uğradı ama hiç kimse hiçbir şey yapmadı. Soydaşımıza soydaşımız için yapılan zulmü yok saydık, görmezden geldik. Suskunluğumuzdan cesaret alanlar zulmü arttırdı. Yeter artık demenin zamanı gelmedi mi. bu işe birilerinin eğilip dur demesi gerek. Bölgede internet dahil tüm iletişim araçları yasaklanmış durumda, sessiz sedasız bir katliam dünyanın göz kapakları önünde gerçekleşirken birileri göz kapaklarını kaldırıp bu olanları görmeli ve gerekeni yapmalı.

     Uygurlar, Hanlar en az Filistin kadar Bosna kadar önemli bizim için ve en az Azeriler kadar gardaşımız…

 96406.jpg

Sürüler dağılmış, yaylamaz olmuş
Irmaklar kurumuş, çağlamaz olmuş
Ozanlar, Şamanlar söylemez olmuş
Nerede benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Mağripten maşriki soranlar hani?
Çin’i, Viyana’yı soranlar hani?
Üç kıtada dimdik duranlar hani?
Nerede benim Ural-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.

(Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)

Tags: , , ,

7
Tem

Yürüyorum Düş Bahçelerinde

   Yazar: Metin Topçu    Kategori Genel Güncel, Müzik

Düş bahçelerinde yürüyorum, güzellikleri düşleye düşleye.

Sezen Aksu ne güzel bir albümle çıktı karşımıza. Aslında öz evlâdı olan ama başkalarının seslendirdiği şarkılar ne kadar da yakışmış Minik Serçe’nin diline. Tutunamadım, Gidemem, Lâl, Kurşûnî Renkler, Büklüm Büklüm şarkılarındaki ses, nasıl da titretti yüreğimizin en ince yerindeki teli. Şu sözlerin bizi götürdüğü iklim ne tatlı:

Komşunun kızı, çoban yıldızı…

Yaz bahçeleri yeşil, mor, kırmızı…

Ah şişede lâl, hem de ay hilâl,

Bir daha da görmedim ben öyle yazı.

“Rüya gibi yaz”lara yenilerinin eklenmesi ümidiyle düş bahçelerinde yürüyorum.

Tags: , , ,

3
Tem

Çarşı’dan Michael Jackson’a Siyah-Beyaz Taziye

   Yazar: Metin Topçu    Kategori Genel Güncel, Spor

Beşiktaş’ın şimdiden efsane olmuş taraftar grubu ÇARŞI, ürettiği tezahüratlar, nükte ve incelik dolu pankartlarıyla Türk futbolunda klişeleşmiş taraftar tipini rafa kaldırdı, kaldırmaya da devam ediyor. İşte Michael Jackson’un ölümü üzerine ÇARŞI’nın hazırladığı pankart:

Michael Jackson'a Çarşıdan ilginç pankart!

Tags: , , ,

2
Tem

Açız ve Âciz

   Yazar: Fahri Kaplan    Kategori Edebiyat

     Baktığın pencereler hayatı aralıyor mu sana? Geniş bir dünya mı sunuyor, dar ufuklara mı hapsediyor? Girsene aşkın ummanına, boğulsana!

     Zor! İnsanın kendini bulması ne kadar zor! Çileli yolculukları göze alabilir mi âciz beşer? Âcizim, âcizsin, âciz. Ama unutma! Aslında aczimizde gizliyiz.

    Açız ve âciz. Bilmiyorum kaçın kurasını çekmekteyiz. Kaçıncı gemi kalkıyor limandan, bilmiyorum. Ben hesap uzmanı değilim, hesabımı hesaplayacaklara bırakmak mıdır kaderim? İki kere iki dördü bilmekten âciz bir açız. Açız her zamankinden çok ve âciz.

    Kavuşmak, müşkül. Alışmak, ateşe alışmak… Ateşe alışmış belli kül. Ancak kül alışmış ateşe, yalnız kül. Sen de kül gibi kavrul; sonra savrul, dağıt kirlerini. Kirlerini bilinmez bir boşluğa at. Hayatına yeni hayatlar kat.

    Dîvaneyim, dîvâne değilsin, dîvâne değil. Galibâ yalnız benim bu âlemin delisi!

    Aklı yele verişimin tatlı isyânını telaffuz edeyim yine: Güyâ dîvâne olmuşum, akıl benim kime ne!

 

                                                         Fahri Kaplan

Tags: ,

1
Tem

Güzellik ve Çirkinlik Üzerine

   Yazar: Doğan ÖZÇELİK    Kategori Genel Güncel

 genkzmyalkadnmdj11.gif

   Güzel…

      Çirkin…

            Nedir güzel ve çirkin?

     Bir gün güzellikle çirkinlik karşılaşmışlar deniz kenarında. Beraber denize girelim demişler; girmiş, yüzmüşler. Ama çirkinlik önce çıkıp güzelliğin elbiselerini giyip kaçmış. Ondan sonra görenler hangisi güzel hangisi çirkin hep karıştırmış. Sadece, güzelliği elbiselerde değil de özde arayanlar bu ayrımı doğru yapabilmiş.

      Güzellik…

            Çirkinlik….

                    Tekrar soralım nedir güzel, nedir çirkin?

    Güzellik gönül işidir. insan gözüyle karar vermeye çalışırsa hep hata yapacaktır.Zira sevgi, aşk göze inmeyecek kadar yücedir. Boya değil altındaki sevilir, elbise değil içindeki beğenilmelidir. Unutmamak gerekir ki boya silinir, elbise eskir… Öz aynı kalır; güzelse güzel, çirkinse çirkin…

   Güzellik…

          Çirkinlik…

                                               Görünmek değil bürünmektir…

Tags: , , ,